26 Aralık 2014 Cuma

Öhö öhöm !


Blog alemini bilirsiniz ( bilmiyorsanız da öğrenin ), bir bloğunuz varsa öyle başına buyruk yaşayamazsınız. Belli aralıklarla gelip rapor vermeniz, çiçekleri sulamanız ve pencereleri açıp ortamı havalandırmanız gerek. Hayatınızda önemli bir atraksiyon oldumu da en sakilinden abartılı çığlıklarla bunu aleme ilan edeceğiniz yer yine bloğunuzdur. Kişisel hayatın sanal aleme iyice ortaya karışık salata olduğu şu dönemlerde ben de gündelik yaşantımdan detayları fotoğraflar eşliğinde (bilindik star havasıyla) öhöhö! diyerekten bloğuma aksettirmekten gurur duyuyorum. Yok yea gurur felan. Yazıyorum işte, oturun okuyun bi ara. 

2014 üm de böyle geçti işte ahali !

Güne mutlaka sıcak limonlu suyumu içerkene bana eşlik eden dergilerimi okuyarak başlıyorum... (Semerkand Dergi gurubu  tabe)


İşte bu şarkıyla başlayan müüzük listemi açıp sabah sporuma başlıyorum sonra... Sever misiniz bunu ?


Ve kahvaltıya başlamadan önce açıyorum Yuutub arşivinden bi Esra Elönü "Arafta Sorular" bölümü. O'nun konuklarıyla alengirli sohbetlerini dinlerken günün ilk öğününü çoktan tüketmiş oluyorum.
Kahvaltımı yaparken birilerine el sallamam icap edebiliyor tabi ara sıra... 

Sonra bazen elime dandik el işleri alıp gündemi arka plana atıyorum... El yeteneklerim de en az düşünsel yetilerim kadar ileri ve keskinse ben napabilirim ki ama ? 
Ve bazen yaşadığım ufak kasabada gideceğim güzergahtaki insan manzaralarını çekiyorum... Aysel teyze koyununu otlatırken Kur'an'ını okuyor bi yandan...Canım yea... 
Yakın şehirlere yaptığım yolculuklar da az değil... İzmir, Denizli, Aydın... Bunlardan bazıları...
Buralarda da bazen şehir manzaralarını...
Bazen de doğa manzalarını çekip sosyal ağlarıma meze yapıyorum... Mesela bu foto İzmir Karşıyaka'da çekildi. Balıkçıllara simit atarkene...

Buralardayım dostlar, sevdiklerim de yanı başımda ve bulutlar da başımın üstünde... 
Yani her şey yerli yerinde.
Hadi görüşmek üzere :) 



13 Aralık 2014 Cumartesi

Sıkıldığım Şeyler

Şimdi buraya sıkıldığım bazı şeyleri yazıcam ama hiçbiri şikayet anlamı taşımıyor.

Yani demem o ki, evet bu şeylerden biraz sıkıldım ama benimle beraber olmaya devam edeceklerse eğer Allah en güzelini bilir. Nokta.

Nedir peki onlar ?


  • İçinde yaşadığım bu mendil kadar kasaba. (Kullandığım kısmı daha da ufak aslında)



  • Bünyeme yapışık olan "empati" şeysi.(Ameliyatla kurtulacağımı bilsem bi an düşünmezdim)



  • Youtube'daki müzik listem.(Hepsi kült.Tavernaya geçiş yapasım var tövbeler olsun)



  • Hayatımdaki bazı insanlar. (Bu çok acı, hiç girmeyelim)

  • Severek okuduğum yazarların intihar ederek yaşamlarına son vermiş oldukları gerçeği. (Aklı başında sandığım koca koca adamlar oysa)



  • Popülarite. (Bi kesim tarafından sürekli pohpohlanan ruhum buna daha ne kadar dayanabilir :P)



  • Donan filmler.



  • Düzensiz yaşam temposu. 



  • İnsanların bitmez tükenmez "kahve keyfi".

  • Türk medyasını işgal eden hamaset siyaseti.



  • Facebook. 



  • "Lütfen numaratörden sıra alınız" cümlesi. (Son günlerde çok fazla yaptım.)



  • Yakında başlayacak olan miladi yılbaşı zırvalıkları.(Daha başlamadan sıktı düşünün artık)



  • Tuvalet terliğinin ıslak olması.



  • İçimde sivrilen sesleri çoğu zaman daha derinlere şutlama eğilimi.



  • Okulda okuduğum tarihle iddia edilen tarih arasındaki uçurumsal farklılıklar.



  • Kişisel gelişimciler.

  • Mutfakta sürekli un kurabiyesi yapmak. (Başka şeyler de denemek istiyorum ama un kurabiyesi önemli önce onda ustalaşmalıyım.)



  •  Sürekli telefonla arayan ttnet müşteri temsilcileri.



  • Genç kız egosu.

  • Çocuklarıyla sürekli övünen ebeveynler ve diğer yandan aile büyüklerine saygısız çocuklar/gençler.



  • Zamanın çok hızla akıp gitmesi, bitmesi, tükenmesi....





Dur "zaman" demişken ; bari şunu bi dinleyeyim de...



Şimdi  daha iyi gibiyim :) 

Hadi sonra gelicem inşaallah ben yine... 

8 Aralık 2014 Pazartesi

İçinizdeki Öküze Oha Deyin

Bu kitapla tanışıklığım neden bu vakte kadar bekledi diye ne hayıflanmıştım ama her satırda... Bitmesin, satırlar daha da uzasın uzasın, öğrendiklerim ya da beyin fırtınası yaptıran tüm fikirler uçuşsun dursun etrafımda diye hayatımda en yavaş okuduğum kitaplardan biri oldu "İçinizdeki öküze oha deyin"

"İçimizdeki öküzü" nefsimize takma rumuz olarak ortaya koyan Bülent Akyürek, hepimizin de o öküzle başımızın ne kadar dertte olduğunun fazlasıyla farkında. Ve çoğu kişisel gelişimcinin "Aman öküzlerinizi güzel besleyin, aman onları habire gezdirip dolaştırın yedirip içirin!" direktifleri yerine çok daha işlevsel bir tezle içimizdeki bu öküzleri ne kadar kontrol altında tutarsak tensel ve ruhsal sağlığa o kadar erişebilir olacağımız kanaatini sunuyor. Bazen esprili anlatımlarla bazen de en istatistiksel bilgilerle insanoğlunu ilk dünyaya adım attığı Hz. Adem dönemindeki huzurla yeniden tanıştırmaya azmetmiş bir kitap bu...

İyi ki varsın Bülent Akyürek diyeceğim yeniden, iyi ki yazıyorsun... Kitabı okurken aynı zamanda internetten bol bol röportaj videolarını izleyip kendisini daha yakından tanıma şansı da bulmak istedim. Yazdıkları ve yaşantısıyla birebir çizgide son derece samimi bir insan kendisi. 

Eğer içindeki öküzle senin de başın dertteyse (ki aksi imkansız); hemen okumaya başla... Hataların kaynağını ve de dönüş noktalarını daha iyi anlayacaksın. Dünyanın en aykırı fikirleri gibi gelse bile bi kulak ver... Senin teninden ve ruhundan daha değerli değil bu toplum normları, unutma... 

Çok mu ciddileştim ben son zamanlarda bu bloğa yazarken ? Sanırım yaşlanıyorum... İşte iç sesimin fısıldayıp durduğu şeyi blog aleminde de ilk kez dillendirmiş oldum böylece... Ama içimdeki öküze bi çüşş diyecekse bu kabullenişlerin can sıkıcılığı da kimin umrunda ? :) 

Hayat, her yaşta ve her durumda yaşanası ve güzel sonuçta...Bülent Akyürek'in dediği gibi, yeter ki olabildiğince sadeleştirelim ve anı yaşayalım, işte tüm numara burada :)

Okuyunuz ve de tavsiye ediniz bu kitabı ahali... Israrla ricamdır :) 

Sevgiler herkese...   

30 Kasım 2014 Pazar

Mavi Marmara Risalesi

Bu kitapla birlikte tanıdım Bülent Akyürek'i ben... O çılgın biri gerçekten. Ama sevimli bir müslüman çılgın demek daha doğru olur belkide :) O' nu tanımış olmaktan mutluyum. 

Görselde, üzerinde arkadaşımın Mavi Marmara gemisini simgeleyen anahtarlığı bulunan bu kitabı geçtiğimiz haftalarda okuyup bitirdim. 
Bir müslüman reaksiyonu olarak İsrail'e tepki niyetine yola çıkan yardım gemisi Mavi Marmara'nın yola çıkış serüveniyle birlikte amacını, yaşananları ve sonucu kendi perspektifinden değerlendiren yazarın o günlere dair köşe yazılarının derlenmiş hali diyebiliriz bu kitap için. Özellikle ilk yazılarındaki heyecan ve hararete kapılmamak elde değil. Gemiye ayak basamamış ama yüreği gemide okyanusları aşmış bir yazar Bülent Akyürek. Kitapta geçen her "İsrail" ismini özellikle küçük puntolarla yazdırmış olması da yüreğinin zulme karşı haykırışını daha da sembolize etmiş sanki. Müslüman kardeşliğini özümsemek ya da daha da kötüsü hatırlamak isteyenler bu kitabı pas geçmesinler derim...

Orda bir savaş var içimde...

Kokla şair bu taşı Gazze'den getirdim.
Bu görmüş olduğun kurşun.
Filistin'in göğsünden çıktı.
Sen Oğuz Atay'da yüzerken;
İntihar yiyip, intihar kusarken,
Bir çocuk adam gibi öldü.

Hakan Albayrak (1990 Konya)


Ses verdim dostlar... 

Görüşmek üzere :)



18 Kasım 2014 Salı

Buried

Yaklaşık iki haftalık bir aradan sonra tekrar merhaba herkese... Epeydir sinema yapmadığımı fark ederek ani bir reaksiyonla en son izlediğim filmleri peşi sıra tanıtmak istedim bu akşam. 
Hey siz ordakiler ! Bu filmleri paylaşıyorum anlatıyorum bıdı bıdı dakikalarımı harcıyorum bakın, inşaallah tavsiyelerimi dikkate alıp bir duayenin potansiyelinden faydalanmayı başarıyorsunuzdur. 
Neyse, ukalalık istemez diyenlere şöyle bir imalı bakıp filmlere geçiyorum o halde :) 


2007/ABD yapımı... Stephen King yazmış o kadar diyeyim. Yani fazlasıyla acayip canlılar, kanlı sahneler, fantastik öğeler mevcut. Ha bir de dini sömürünün hicvedildiği mesaj içerikli kısımlar mevcut ki eğer izleyip görüş bildirmek isteyen olursa seve seve okumak isterim. Onun dışında film üzücü bir sürprizle bitiyor ama final müziğine bayıldım. O müziğe bile o son katlanılırdı yani o derece.
Kısaca The Mıst (Öldüren sis) böyle dostlar... 


2010/ABD, Fransa,İspanya ortak yapımı bir film Buried (Toprak altında). Irak'a yük götürme aşamasında teröristler tarafından kaçırılıp toprağın altındaki tabut ebatlarında bir yere kapatılan Amerikan vatandaşının neler yapabileceğini ele alan heyecanlı bir senaryo.Ve o sürpriz son bu film için de geçerli. Tavsiye ederim dostlar...



Ve tüm bu gerilim türlerin üzerine tatlı niyetine bir şeyler izlemek isteyen olursa.... Diye başlamak olası tabi bu filmi tanıtırken. Ama bana göre tam bir vakit kaybı. Eksenimin kaydığı bir akşam öylesine izleme kararı alıverdiğim bir filmdir kendisi. Ekseninizin kaydığı vakitler olur mu sizin de ? Hani "ne yapsam olmuyor bu dünyanın çivisi çıkmış yea." diye düşündüğünüz vakitler ? İşte o vakitlerde yapmayı alışkanlık haline getirmemiş olduğunuz şeyleri yapmak isteyebiliyorsunuz. Benim de öyle bir gecemdi işte.  Neyse film tanıtıyorduk. Eştın'la Kemırın Lasvegas'ta şans eseri evlenirler ve olaylar gelişir. Fotoda da Kemırın Eştın'a tuvalet kullanmayı öğretiyor.İşte burda da size "What Happens in Vegas" (Burada olan burada kalır) filmini tanıttım dostlar. 

Her şey gönlünüzce gidiyor mu peki şu günlerde ? 

Gitmeyecek. 

Ama bunu nasıl algıladığınız çok önemli. Bilin ki aslında her şey fazlasıyla yolunda... 

Görüşmek üzere blog alemi. 

Hayır bir dahaki yazı için bu kadar uzun ara vermeyi düşünmüyorum. Yani inşaallah :) 

1 Kasım 2014 Cumartesi

Bütün Kadınlar Aptal Sen Hariç !

Demirkıran'ı ilk kez Antalya'da bir otelin konferans salonunda tanımıştım. 

Yaklaşık 200 kişinin üzerinde insanın katılım gösterdiği bir bayi toplantısının motivasyoncu abisi olarak ayarlanmış, davet edilmişti kendisi. 

İşte biz de orda ıvır zıvır işlerle arka planda koşturup dururken, bu abimizin konuşma öncesinde kollarını bağlamış ve etrafa çemkirir vaziyetteki  memnuniyetsizliğini fark ettim bi ara. Kimdir diye sorduğumda arkadaşlarım tanıttı kendisini. Bir şeylerden şikayet eder gibi bir hali vardı ama şimdi konuyu tam hatırlayamıyorum. İçimden geçen şey şuydu sanki o an : "Adam daha kendini motive edememiş, bizi nasıl motive edecek acaba ?" 

Neyse saatler ilerledi... Konuşmaya başladı Demirkıran, salonun tansiyonunu istediği kıvama getirdiğinde hepimiz hipnotize olmuş gibi dinliyorduk.Gerek vücut dilini gerekse diksiyonunu o kadar etkin kullanmıştı ki "Sen iste sahip, biz yapalım " haline gelmiştik (patronlarımız dahil olmak üzere) hepimiz. Ön yargım nedeniyle kendime şöyle bi bakış attığım nadir zamanlardandır hani o an... 

Tabi sonrasında, kitaplarına kayıtsız kalamadım bu beyefendinin. Fırsat buldukça okumaya çalıştım. Orjinal bir kafa O'nunki. Hani sünnet çizgisine ters düşmeme gayreti de gözümden kaçmıyor aslına bakılırsa. 

Face sayfasında kadınlar üzerine bir kitap yazacağını duyunca, alıp okunur bu kitap dedim haliyle... 

"Bütün Kadınlar Aptal Sen Hariç"

Bu kitabı okurken ki hislerim aynen şu ritimdeydi :

-Hönk ! Abi bu ne ya ! Çok sert üslup be !

-Hmm.. haklı.. hemcinsler yapar bunu hep.

-O da ne ?  Bunu ben yapıyor muyum ?

-Sert ama sert. Bu kadar da söylenmez hatun kişilere ama.

-Ya şimdi bu adam bu kadar ağır konuşmasa kulak asar mı acaba benim millet ?

-Ha ha.. Burda resmen bizim "Kezban" ı  anlatmış bak.

İşte bunun gibi gidip gelmeler eşliğinde bitti gitti bu kitap. Ama son his neydi diye sorarsanız...Kitabı bitirip kitaplığımın okunanlar köşesine yerleştirirken ki son his yani...

Okumalı hemcinslerim bunu;  genç kızlar okumalı, yeni evli hatunlar okumalı, orta yaş bunalımındakiler şöyle bi göz atmalı... 
Can kulağı açılmalı da dinlenmeli, kabuk bağlamış içten içe kanayan yaralar o gizli kuytularda bulunmalı ortaya çıkarılmalı, pansumanları yapılmalı, yenilerinin açılmasına engel olunmalı. Her şey tıkırında sandığımız konulardaki arızlarımız bulunmalı onarımları yapılmalı...
Bir kitapla olur mu bunların hepsi ? Güzel bir başlangıç olabilir en azından...

Velhasıl benim kabileye tavsiyedir dostlar, hatta karşı cins abilerimize bile  ;) 

Herkeslere sevgiler, selametlikler... 


30 Ekim 2014 Perşembe

Kadın üzerine...


İnsan hayatı hatalar ve tecrübelerden örülü bir yol gibi...
Bu söyleme yabancı değiliz hiç değil mi ?

Özellikle kadın bünyesi, "aldanma ve hata yapma" konusunda ihtisas sahibi bir varlık özelliğini korumuş her dönem...

En akıllımızdan en hayalperestimize kadar hepimizin muhakkak tecrübeleri var bu konuda. 

Bu konuda acı hatıralarla avuçlarımıza konulmuş olan doktrinleri alıp başımıza koyduk ve karınca adımlarıyla da olsa değişerek olgunlaşarak yolumuza devama koyulduk. 

Ama... 

Ama hepsi bu kadar mı ?

Olmamalı... İnsan, özellikle de kırılıp incinmeye en müsait olan "kadın", cömertçe paylaşmalı bildiklerini. Ardından gelenlerin acı hatıraları olmasın diye çalışmalı ve anlatmalı doğruları. 
Köşeye çekilmemeli...


Şimdi bu aldatma ve aldanma mevzusuna gelirsek; bu hikayede kazandım sanan hep kaybedendir. Kaybetmiş gibi görünen de hep uzun vadede kazanan. O yüzden üzülmesin hiç kimse. Çünkü tüm olup biten berbat bir derste öğrenilen hayati şeylerdir aslında...Ve herkesin hesap vereceği bir gün mutlaka gelecektir. Yine de "aldanmış" diye adlandırılanlar bu dersi ücretsiz sunma ferasetini gösterirlerse eğer, daha kolay barışırlar hatalarıyla. Bu da bir dip not olsun hemcinslerime...

Peki bu konu nerden geldi gündeme şimdi Bilge ? diye soranlarınız olursa...

Şu dönem okuduğum  "Kadın ve hataları" üzerine yazılmış elimdeki bir  kitap diye cevaplandırırım ben de.

Yakında paylaşıcam inşaallah sizlerle :)


Görüşmek üzere... 

21 Ekim 2014 Salı

Şu Çılgın Türkler

Popüler kitaplara karşı bi ön yargım var... Bu kitap da bir zamanların çok konuşulan bir kitabı olduğu için ısrarla okunmayacaklar listemdeydi yakın bir tarihe kadar... 
Ne var ki arkadaşımın taşınırken bana bıraktığı kitaplar arasında bunu da görünce anladım ki artık tanışmamız kaçınılmaz oldu. 
Türklük Kürtlük gibi ırkçılık söylemleri beni bozar, yakın tanıyanlarım bunu çok iyi bilir. Belki kitabın beni çekmemesindeki asıl neden buydu. Ayrıca çevremde pek çılgın Türk de göremedim hiç oldum olası. En çılgın Türk olarak kendimi gördüm hep nedense. 
Neyse geyik bir yana. 
Kitap yakın tarihimizdeki kurtuluş mücadelesini kronolojik sıraya uygun olarak adım adım ele almış. Oldukça epik  bir dille yazılmış. Fazlasıyla mesaj kaygısı gözlemledim anlatımda. Bazı tarihi olayların tek taraflı bakış açısıyla ne denli köpürtülebildiğini bu kitabı okurken çok iyi tecrübe ediyorsunuz. Her şeye rağmen yorgun atalarımın kurtluş mücadelesi aşamasında ne denli özverili hizmet ettiklerini hatırladığım bazı satırlarda ben de her Türk gibi coşkuya kapıldım. Yer yer dokunsalar ağlayacak duruma geldiğim bölümler de olmuştur.
Ama amaa...

Bir milletin manevi dokusu anlatılırken "sıkma başlar", "yobazlar" gibi  hoş olmayan tanımların bu kitapta yer almamasını tercih ederdim yine de. 
Diğer yandan tarihi şahsiyetlerin değerlendirilmesindeki yanlı tavrı göz ardı ediyorum... O zaten başlı başına tartışma konusu... 

Neyse efendim... Kitap kurtuluş savaşı dönemindeki zafer ve mağlubiyetlerimizin hatırlanması açısından okunabilir yine de. 


Buralardayım canlar ben... :)

Herkese sevgiler... 

9 Ekim 2014 Perşembe

e-gurme ! e- gurme ! :)

Şimdi size hiç acımasaydım ben ne yapardım ? 

e-gurme'nin bayram için bana gönderdiği kahveleri 80 lerdeki klişe reklam ağızlarıyla ballandıra ballandıra anlatırdım.

Başka ne yapardım ?

Gidip şurdan kendinize hemen bir kahve siparişi vermezseniz eğer, dünyanın en avam insanları olursunuz diye süblimalden yardırırdım haberiniz dahi olmadan :) 

Daha daha ?

e-gurme'nin gönderdiği French Press zamazingosu ile hazırladığım Black Harman'ın içimiyle uçtuğum alemleri bir bir anlatır, aynı harmanı sipariş ettirmeden sizi bu blogdan bir adım bile uzağa bırakmazdım... 

Yapar mıydım ? 

Evet yapardım :)

Yapıyor muyum ?

Hayır tabiki ! 



Ama yine de "içmelisiniz bu kahveyi !" demeden nasıl kapatırım bu yayını ?

Ve teşekkürler sevgili e-gurme ! 

Sevgiler de olsun ayrıca herkese :) 

Not:  Badem şekerlerini e-gurme göndermedi hayır. Onlar yeğenlerimden. 
Bilmiyorum mesajı aldın mı e-gurme ?

2 Ekim 2014 Perşembe

Wonderful life ! Ve iyi bayramlar !

Ben bir bayram yazısı yazmalıyım ama aklıma hiç bir şey gelmiyor.

Bayramlar güzeldir, ama güzel insanlarla her gün bayram gibi geçer.

Şu sıralar çok mutluyum elhamdülillah... :)

Herkesin ama herkeslerin de mutlu olmasını istiyorum, dua ediyorum :) 

Rabbim gafletten uzak daha da mutluluklar nasip etsin hepimize hem bu dünyada hem ahirette inşaallah.

Herkese iyi bayramlar diliyorum. Bu kurban bayramının bizler için Rabbimizle yakınlık kurma noktasında milat, kestiğimiz kurbanlarımızın da ilahi rızaya güzel birer vasıta olmasını diliyorum gerçekten.

Hayatımızı bayrama çevirenlerimiz de hiç eksik olmasın yanımızdan inşaallah.

Çünkü hayat böyle harika !

Tıpkı şu şarkının da dediği gibi değil mi ;) 

22 Eylül 2014 Pazartesi

Manzara

Hani hayatı hep bir tepeye tırmanış psikolojisiyle yaşıyoruz ya biz ?

Hani çıkıversek şu tepeye, tırmanıversek... arkası yeşil çimenlik sanıyoruz ya ?

Hani hiç usanmıyoruz ya tırmanmaktan, etrafı seyretmeyi unutuyoruz  ya hep hani ?

Oysa manzara çok güzel !

Dönüp arkamıza bi etrafa bakalım hadi :)




Buralardayım tabiki, kaybolur muyum hiç :) 

2 Eylül 2014 Salı

Yar ile Bayram / Dr. Ahmet Çağıl

Bu kitabı okuyan çoğu kimse belli paydalar etrafında buluşmuş demektir. 
Bunları etiketlendirmek gerekirse neler diyebiliriz ? 

En başta "Menzil" diyebiliriz, Sonra sırasıyla, Semerkand, Gavs-i Sani, Sofi doktor Ahmed Çağıl, tasavvuf, edep, kerametler, kerametler... ve sıratı müstakim yani "doğru yol"... 

Bu etiketler size tanıdık geldiyse bizdensiniz ve bu kitabı zaten okumuşsunuzdur size bir sözüm yok.
Bu kelimeleri hayatında ilk defa duyanlar, sözüm size :

Gelin hayatınıza bir koridor açın, bu kitabı okuyun, o koridorun sonunda gerçek tasavvufla tanışın... Dünyanızı bayrama çevirin... 



Ben sözümü kısa tutmalı  ve alıntılarla donatmalıyım bu kitabın tanıtımını :

"Ebu Amr hazretleri, Ebu Osman Hiri hazretlerinin dergahında tövbe etmiş bir Allah dostuydu.Kendisi şöyle anlatıyor:
-Onun dergahına bir müddet devam ettim.Ancak bir gün yine bir günaha düştüm.Artık dergahtan ve hizmetten kaçmaya başladım.Nerede görsem Ebu Osman el-Hiri hazretlerinden uzaklaşıyordum.Bir gün aniden karşıma çıktı :
-Evladım ! Günahsız ve temiz olmadığın sürece düşmanlarla oturup kalkma.Çünkü onlar , sendeki kusuru görürler.Ve o zaman kusurlu olduğunda düşmanların (nefs,şeytan ve diğerleri..) sevinir.Günahsız olduğun vakit ise üzülürler.Şayet günah işlemen gerekiyorsa yanımıza gel ki belana sıkıntına canla başla katlanalım, böylece düşmanın şamatasına yol açmış olmayasın, dedi. 
Ben ondan bu sözleri işitince artık günah işlemeye doydum. Ve samimi bir şekilde tövbe ettim. "


"Bir müminin ağladığını gördüm.Onun bu davranışını münafıklık zannettim.Bu yaptığım suizandan dolayı bu günahın tesiri üzerimde beş ay boyunca devam etti.Ve bu süre içinde gece namazlarına kalkmakta çok zorlandım." Süfyan-ı Sevri (K.s.)




İmam-ı Rabbani hazretleri "İbadet ve taat Allah Teala için olmalıdır, Allah için yapılan ihlastır. Cennet ve cehennem için yapılan ise ihlas değildir." buyuruyor.





"Büyüklerden birine sormuşlar :
-Kurban, siz bu makamları nasıl elde ettiniz ? diye.
O da şöyle cevap vermiş :
-Biz edebimizi un yaptık amelimizi ise tuz."


İnşaallah şu soru bugün kafalarımızı biraz meşgul eder :
Hamurun içindeki tuz miktarı un miktarına oranla  ne kadar komik kalır değil mi ? 
"Edep" demek ki aksiyondan çok daha önemli... Ve o hedeflediğimiz edebe ulaştıran yol da tasavvuftan başkası değildir...

Bir başka kitap tanıtımında görüşmek üzere dostlar... 

28 Ağustos 2014 Perşembe

Bir Ağustos Böceğinin Serzenişleri...

Şu aralar yapmak istediğim edebi çalışmalar konusunda tam bir Ağustos böceği gibiyim...

Bazı yarım kalmış hikayelerin yeniden yazılması, yazılmış hikayelerin sadeleştirilip klasörlenmesi, Romanın devamının yazılması ve yeni edebiyat dergilerinin peşine düşülmesi v.s. işler güçler bir köşede beni bekler...

Ben diğer köşede Ağustos böceği gibi vaktimi sevdiğim şeylere hibe ettiğim için zaman akar gider...
Gerçi vakit ayırdığım şeylere dönüp baktığımda da ohh diyorum bi ohh... Bana kazanç sağladığına inandığım şeyler bunlar, manevi kazanç sağlayan şeyler... İki günü birbirine eşit kılmamak düsturuna bağlı kalmaya çalışıyorum en nihayetinde ama yazmak konusunda işler şu ara durgun :)

Durgun olmayan bir şey var ama... nedir o ?

Şu ara ruhumu saran müzik zevki :) Hiç durgun değil, tam tersine vurdulu kırdılı biraz...

Rock a geri dönüş mü yapıyorum ?

Hayır bu çok saçma, istemiyorum ki bunu !

Yine de günlerdir şu şarkıyı dinlemekten alamıyorum kendimi.
Ben ki naif duyguların insanı, ben ki karıncayı bile incitmek istemeyen hanımefendi ruh ! Bu şarkı da neyin nesidir şimdi ?

Ama çok güzel ! "Hadi hemen gel şimdi benimle" diyor :)*



*Kongos, Güney Afrikalı dört kardeşin 2007 de kurduğu bir rock gurubu. En tutulan parçalarından biri de bu dinlemiş olduğunuz bol ritimli şey :) Tebrikler Kongos ;) 

En kısa zamanda bu modu terk edip Itri moduna geçiyorum ve yazmaya yeniden başlıyorum :) 

Yani inşaallah ;) 

Bir Ağustos böceğinin serzenişlerini okudunuz, görüşmek üzere blog insanları  :) 

24 Ağustos 2014 Pazar

Edith Piaf

Bu dünyanın ne kadar değersiz olduğunu hatırlatan şeyler var...

Bazen bu "şeyler" ilginç insanların yüksek tansiyonda seyreden yaşamlarından örnekler olabiliyor.

Bir Edith Piaf  mesela... Namı diğer Fransızların "kaldırım serçesi".

Kadınların parayla satıldığı bir evde çocukluğu geçmiş, kör olma tehlikesiyle burun buruna gelmiş, rezil bir gençlik döneminden sonra da şöhreti yakalayıp Fransa'nın gururu olmuş, orta yaşlarda kaybettiği eşinden sonra kendini alkole ve uyuşturucuya vermiş sonra da karaciğer kanseriyle bu hayata veda etmiş güzel sesli kadın...
O da çoğu insan gibi mutluluğun dibine vuramadan çekti gitti sanırım. 

Demekki şartlar ne kadar düzelirse düzelsin, ne kadar zirve yaparsan yap  bu dünya yüzde yüz doyum yeri değil mutluluk adına.
Demekki vitrinin arkası önündeki manzaradan çok daha doyurucu aslında...Sırf bu düşünce bile başlı başına mutluluk vesilesi bence...

İşte seni dinlerken bunları düşündüm bugün Edith Piaf...


22 Ağustos 2014 Cuma

İncelikler...


Düşünüyorum da; 

Yeni bir elbise alırsın... Seni mutlu kılma süresi maksimum bir iki gündür.

Evrenin bir köşesinde, hiç kimsenin bilmediği bir iyilik yaparsın...
Ömrün boyunca aklına gelir gülümsersin, aklına gelir gülümsersin, aklına....
Ve diğer yandan Allah övünür seninle melekleri yanında.

Yeni elbise ? Çoktan eskidi gitti bile...





Biraz yoğunum şu ara ama bloğumu ihmalim söz konusu dahi olamaz Allah'ın izniyle :)

Ses verdim ahali ;) 

17 Ağustos 2014 Pazar

Pazar filmleri

Bir Ağustos pazarından da merhaba blogcanlar !
Siz de bugün güne güzel güzel düşüncelerle uyandınız mı ?
Büyük servis tabağınıza evinizde ne kadar değişik renkli güzel yiyecek varsa doldurup pazar kahvaltınızı hazırladınız mı ? Dergilerinizi bir elinize çayınızı diğerine alıp şöyle ayaklarınızı bir uzattınız mı ? Yaptınız mı ettiniz mi ? :) 
Ben işte tam da bu halde yazıyorum bu yayını ve çok teşekkür ediyorum Rabbime her şey için :)

İnşaallah huzurlu ve keyifli bir pazar geçiyordur diyelim cümleten de öyle olsun :) 
Bugün izlediğim bir kaç film geldi yine aklıma ve sizlerle paylaşmak istedim onları. 

Bakalım neler var...

 "Sende Rabbimi Gördüm" Son dönem Hint filmlerinden biri. Yani isminde vurgulandığı kadar dini temalı bir film değil bu. Sadece bir kaç dinsel öğeye yer verilmiş geri kalanında bildiğiniz hoplamalı zıplamalı şarkılı türkülü bir Hint filmi.Bir aşk hikayesi mevcut malumunuz.Hintliler de Türkler gibi sinema alanında "aşk" temasına fena takıklar bence.  Ben çok da beğenmedim açıkçası.Bu filmin 7.1 lik imdb'yi de liseli genç kızların beğenileriyle ihtiva ettiğini düşünüyorum. Acımasız eleştirmen benn hahaa ! :)

 "Sylvia"  Amerikalı  kadın yazar olan Sylvia Plath'ın biyografisini anlatan bir film. Çoğu gibi O'nun da yazdıkları öldükten sonra kıymetlenmiş.Sylvia Plath'ın intiharla noktalanan trajik yaşam öyküsünü duyduktan sonra bu filmi izlemeye karar verdiğimi hatırlıyorum. Şöyle başlıyor bu film, Sylvia'nın şu sözleriyle : 
"Bazen rüyamda bir ağaç görüyorum. Benim hayat ağacım. Bir dalı evlenmem gereken adam ve yaprakları çocuklarım. Diğer bir dal ise yazar olarak geleceğim.Ve her bir yaprak ayrı bir problem.Diğer bir dal da parlak bir akademik kariyer.Fakat bana bunlardan birini seçmem söyleniyor. Ve yapraklar kahverengiye dönüşmeye başlıyor ve dökülmeye...Ta ki ağaç tamamen çıplak kalana dek..." 
Film sıkıcı bir hayatın işlendiği monoton yapıda. Ama edebiyat güzel, ama Sylvia'nın satırlarını yakalamak güzel, bunlar adına izlenebilir yine de... Keşke sonunda intihar etmemiş olsa... 

Bu filmi ikinci izleyişim. İlkini izlediğimde sanıyorum henüz daha ergenlik çağlarımdaydım ve filmin esas kadınını hem eleştirip hem de O'nunla benim aramda anlamsız bir yakınlık bulduğumu anımsıyorum. Filmi şu yaşımda yeniden izlediğimde anlayabiliyorum ki bu kadın sinema dünyasındaki yansımamdan başka bir şey değil. Beni yönlendiren Kuzey rüzgarlarının keşfine çıkmalıyım belkide.Aidiyet duygumu  habire sabote eden hain rüzgarlar... Neyse bu subjektif anlatım için özür dilerim arkadaşlar :) Film, hiç bir yere ait olamayan bir kadının küçük bir kasabada açtığı Çikolata dükkanını ve bu süreçte kasaba sakinleriyle arasında gelişen ilginç olayları anlatır. Severek izleyeceğinizi tahmnin ettiğim nostaljik bir film, şu ana kadar izlememiş olan kaldıysa tabi.Bu filmde Johnny Depp bile tam bir ergen düşünün artık :) 

Filmler böyle, herkeslere selamlar sevgiler diyerek gidiyorum şimdi ben, görüşmek üzere :)

15 Ağustos 2014 Cuma

Eski cümle yeni cover...

Hani o çok eskilerden beri bizi yenileyen bir klişe cümle vardır...

Hani en zor zamanları atlattığımızda kendimize döner söyleriz,

Hani olacakların olanlardan daha güzel olduğuna gönül verdiğimizde kalbimiz fısıldar onu,

Örselenmişliği katlayıp bir rafa kaldırırken dillendiririz,

Güç, kuvvet, azamet toplamak daha kolayımıza gelir bu cümleyle,

Tazeler...

Bizim Arif Furkan, "Bak Bilge bu en son ki yaptığım yeni cover" deyince o eskilerdeki cümleyi yeniden hatırladım dün gece.

Dinleyin...Belki unuttunuz,  belki siz de hatırlayacaksınız... 


"Sil baştan..."


12 Ağustos 2014 Salı

Robın Williams



Öldüğüne hala inanamıyorum...  

Lise çağları bu adamın kült filmleriyle çakışmayanlar bu kaybı pek önemsemezler, ama O gerçekten bazı filmleriyle topluma farkındalık kazandırdı. "Günaydın Vietnam", "Ölü Ozanlar Derneği", "Patch Adams" bunlardan bazıları... 

İntihar söylemlerine gelince onlara da inanmak istemiyorum. Yapılan açıklamalara göre belli dönemler depresyon tedavisi gören aktör son dönemde de bunlardan birinin içindeymiş.Ve geçtiğimiz pazar kendini asarak kendi evinde intihar etmiş.Bu süreçte neden benimle bağlantı kurmadı neden benden yardım istemedi hiç anlamıyorum(!) 

Neyse sulandırmak istemiyorum gerçekten üzgünüm aslında. O kadar kişisel gelişim temalı filme ön ayak ol sonra da intihar et. Demek ki şu saçma dünyada hiç bir şey göründüğü gibi değil dedirtiyor insana. 

Hoşçakal Robın Williams...

10 Ağustos 2014 Pazar

Bambaşka bir şeyi düşünürken...

Biraz uzun zaman oldu bloğumu bırakıp gideli sanki... 

Düşündüm ama sizi, bambaşka bir şeyi yaparken...Tıpkı bambaşka şeyler düşünürken size yazdığım gibi...

Karışık oldu biraz, bu kısmı boşverelim. 

Görüşmediğimiz bu süre içinde : 

Denizin kavalyelik ettiği uzun yolculuklar yaptım...Varış menzili Karadenizdi... 

 Çılgın dalgaların şehri Trabzon'un yüksek tepelerinde çayımı içerken düşündüm: denizler mi daha büyük yoksa hayaller mi ?


Misafir olduğum evin balkonundan güneşin batışını izlerken ellerim çenemin altında, alengirli bir şeyler yazmak istedim ama yapmadım...Çünkü orda durup güneşe veda etmeliydim.

Yöreye özgü değişik şeyler de yedim içtim ama bahsi lüzumsuz.

Çünkü beni bilirsiniz, duygular doyumlardan hep daha çok alakadar eder beni.

Ve eve geldim...

Kulaklarımda da şu şarkı yankılanır durur akşamdan beri :)




İyi geceler ordakiler, ben artık burdayım  :)

28 Temmuz 2014 Pazartesi

Bu son olsun...

Sıkıntılar yaşadık şu Ramazan'da hem de çok büyük sıkıntılar...

Gazze'nin üzüntüsü omuzlarımızdaydı ve dahi  diğer illerdeki müslüman kardeşlerin...

Ramazan bitti, dönüp baktık içimize, bir bayram yapacak mecal bulamadık.

Ama yapmalıydık, hatta inadına bugün yapmalıydık... 
Bayramların klişe olduğunu düşünenlere inat, gereksizliğine atıf edip duranlara inat, bayram neyimize türküsü söylerken öğretilmiş çaresizlik hastalığına düçar basiretsizliğe inat...

Tüm inananları gövdesinde birleştiren bu ortak paydaya sıkıca sarılmanın tam vaktiydi çünkü.
İçimizdeki ve dışımızdaki düşmanların gözlemlediği nakavtı kimseyi şahitlendirmemek için manevi değerlerimize daha sıkı sarılmalıydık çünkü. 
Kalktık, tüm yapılması gerekenleri yaptık, yardımlarımızı kardeşlerimiz için seferber ettik, bayram namazlarına koştuk, dualar ettik ve bu sabah da sevdiklerimizle bayramlaştık.

Yaşadığımız müddetçe her durumda ve her şartta yapmaya devam edeceğimiz gibi...

Ve bana gelince ben de gül tatlısı yaptım bu bayram gül... Gerekçesi  iliştirildi üzerine: Tüm zorluklara rağmen gülümsemek için inat edin birbirinize diye. Üzmek, kırmak, yok etmek için inatlaşma güdüsünün aksine...



Böylesi zor bir Ramazan...
Tüm müslüman alemi adına son olsun, şu koca dünya için arzuladığımız dengeler yerine otursun ve en nihayetinde bayramlar bize içimize sinerek kutlu olsun ...



"Doğarken ağladı insan, bu son olsun bu son..."