25 Ekim 2015 Pazar

Babam


Bugün akşam yemeğimizi yedikten sonra babama sarıldım yine içimden geldiği gibi. 
İçinden gelince sevdiğine sarılmak gibisi var mı ?

Şunu oku bakayım dedi cebinden çıkardığı takvim yaprağını elime tutuştururken.

Neymiş o babacım diyerek aldım elime. 

"Sıkıntılar insanı olgunlaştırır, kulu yaratılma amacına uygun hale getirir"  diyordu yazı özetle... 

Elhamdülillah diye fısıldadı saçlarına aklar düşmüş onurlu ve çalışkan babam. 

Babacım işte sen o kullardan birisin inşaallah dedim öperek. 

Şu günlerde 70 li yaşlarını yaşayan biricik babam, sıkıntılardan şikayet ettiğini hiç duymadığım, evlatları için her sorunun altından üstüne gelen  güçlü bir kahraman oldu hep. Babam olmasaydı hani mahallemizdeki yaşlı bir amcamız olarak tanısaydım onu en az şu anki kadar severdim yine sanıyorum. 

Peki sence ben olgunlaşabildim mi babacım ? diye sordum sonra. Senin epeyce  tık altındayım biliyorum diye ekledim.

Gözleri doldu babacığımın. 

"Ben kızlarımdan çok şey öğreniyorum" dedi. 

Abartıyordu da...  
Konuşmadan  sarıldım ben yine sadece. 
İçinden gelince sevdiğine sarılmak gibisi var mı ? 

1 Ekim 2015 Perşembe

Kavanozlar ve danteller / insanlar ve zerafet...

Geçenlerde sohbet ederken dedi ki karşımdaki :

- Bilge biz kabuğumuzun içinde Senai Demirci gibi takılırken insanlar kabalaşıyor. Duyarsızlaşıyor... Sen de hassassın biraz( Burda sitem kaçtı sesine...) 

-Açıklama dedim, açıklama boşver de... Daha ne kadar böyle Senai Demirci gibi kalıcaz biz ? 

- Bilmem... 

Biraz Muhsin Ünlü... Biraz Sabahattin Ali... Biraz Senai Demirci... Öyle kendine özgü bir mozaik. Kabuğumuzun içinde ruhumuzu sarıp sarmalamış. Kırıp dışına çıksak bir dert, içerde akıbeti beklesek ayrı bir dert... Dışardaki dünyaya biraz gerçek sanat biraz da zerafet katabilsek iyiydi. 




Neyse bu kavanozları dantelle kapladım. Çünkü dışardaki  insanları naif meziyetlerle kaplayamıyorum. Elimden gelmiyor. Bir silikon tabancası işimi görmüyor. Ama kavanozlar için bir kaç parça dantel, bir silikon tabancası ve biraz da saten kurdela yeterli. 


Görüşmek üzere canlar... 


20 Eylül 2015 Pazar

Aptal ile Zeki



Erica' ya katılıyorum...

Ve ses verdim hadi ben gidiyorum :) 

Yakında yayınlar hızlanacak dostlar telaşa mahal yok. 

Bu blog yaşıyor ulenn ! :P

Sevgiler tüm takipcanlarıma :) 


27 Ağustos 2015 Perşembe

Magazinsel bir şeyler...


Bu akşam aklımın kıyısından köşesinden geçen bir kaç konu hakkında ahkam kesmek istedim ama klavyem son derece kaprisli çıktı ve bir şeyler üretemedi ne yazık ki. 

Ben de orta halli ev hatunlarının  bloglarına hayatlarında cereyan eden her kapı cıyırtısını yazmalarını taklit ederek kendi hayatımdan magazinsel bir şeyler yazmayı uygun gördüm. Yine de çok iştahlanmayalım, onlar kadar detaylı bilgi aktarımı yapabilir miyim emin değilim. Deneyeceğim... 
Aslında bu ifadelerle tiye almıyorum, tam tersine kıskanıyorum bu "gün teyzesi" kıvamındaki blogcuları. Kayda değer bir çevre ediniyorlar kısa sürede blog aleminde. Eşinin ütülemediği gömleği yüzünden yediği fırçayı, okul aile birliği toplantısında sınıf öğretmenine nasıl ayar verdiğini vesair konuları ballandıra ballandıra anlatınca vakarlı bir pozisyona level atlıyorlar kısa sürede. Sonra gelsin canımlı cicimli tavsiyeler, iyi dilekler, tüyolar, hatta hediyeli mediyeli kargolaşmalar... 
Sen halen iç dünyanı ve insanoğlunun felsefik hallerini kas dur Bilge. "Oturmaya mı geldik oynamayanın kaynanası ölsün ayol!" ayarındaki platformda çirkin ördek yavrusu gibi sinip kal köşende.
Aslında benim de yaşadıklarıma dair bir kaç şey yazdığım olmuştu zamanında bu bloğa.. Ama olmuyor be. Çok fazla eş dost akraba biliyor bu bloğu malesef. Hiç ilgilenmiyormuş gibi yapıp yakın markaja alan bazı akrabaların "Geçen gün bloğunda şunu okudum..." diye başlayan geyiklerine katlanamıyorum.Bundan mütevellid çiçekli böcekli kahveli hikayeli paylaşımlara yöneliyorum ben de. Belki de geçen sene aldığım teklif üzerine satmalıydım bu bloğu. Ama internette "Tazekahve" adres çubuğunu kendi ellerimle başkasına verme fikrine alışamadım bi türlü. Belki de başka isimle bir blog açmalı ve tüm yakın çevreye en bariyerlisinden bir duvar çekmeliyim. Bilemiyorum... Neyse bu paragraf haddinden fazla uzadı. 

Ama bu paragraf keyifli... Magazini sona gömdüm. 
Hani ıssız adadan kaçmak isteyen biri kendine bambu çubuklarından bir sal yapar ve okyanusa açılır ya ? Hani gündüz saatlerinde aydınlık havada keyifle ağır aksak devam eden yolculuğun gece kısmı hep daha heyecanlı maceralı kasırgalı fırtınalı olur ya ? Hani bu yüzden adam sürekli bambuları birbirine bağlayan sarmaşıkları kontrol eder durur ya ? Hani alabora olmaktan korkup küreklerini habire rüzgarla aynı yönde çekmeye çalışır ya ? Hani belki de susuz kalacağı için ufak konserve kutularında yağmur suyu biriktirir ya ? Hani etrafındaki dalganın altından irice bir balık geçerken "Köpek balığı mı o ?" diye şöyle bir yüreği ağzına gelir ya ? 
İşte bugünlerdeki ruh halimi öğrendiniz... 

Ee... Magazin derken ne bekliyordunuz ki benden ? 
Oturup gün ay yıl olarak kalem kalem planlarımı anlatmamı beklemiyordunuz herhalde ? 
Evet o kadar detaylı yazamam malumunuz.
İç sesimim telkinleriyle sonlandırmak gerekirse, ki bugünlerde sık sık yapıyorum :
Her şey güzel gidiyor...
Kurtuluyorum inşaalah.
Hayır o bir köpek balığı değil... 





11 Ağustos 2015 Salı

Siz kimsiniz ?



Yaptığınız iyilikleri her fırsatta göze sokup kişiliklerinizi iki paralık ediyorsunuz.

Sadece kendi çıkarlarınızı kollayıp, başkalarının çıkarlarını umursamıyorsunuz.

Sonradan görmelikte anıtlar dikersiniz. Allah'ın lütuf ettiklerini kendinize maledip övünmek için en ufak bir fırsatı kaçırmazsınız. 

Etrafta hırsızlık yan kesicilik kapkaçcılık almış yürümüşken sizin için halen yediklerinizin içtiklerinizin başkaları tarafından bilinmesi çok önemli. Gösteriş derdinizin yaşadığınız popülasyonu hasta ettiği umrunuzda bile değil.Görüp gezdiğiniz yerlerdeki tarihi dokular, anılar, hisler size göre paylaşılmasa da olur ama ne zıkkım yediğinizi mutlaka sosyal ağlarda paylaşmalısınız. 

Başka insanların acılarına duyarsızsınız, kendi başınıza gelse feryat figan edeceğiniz işler başkalarının başına gelince kendi düşen ağlamaz pozlarındasınız. Belki de yaradılış çok adildir aslında ve sizin hesap ahirete kalıyordur, bunu hiç düşünüyor musunuz ? 

Sahtesiniz... Teşekkürleriniz sahte, özürleriniz, iyi niyet dilekleriniz, doğum günü kutlamalarınız hepsi dikensi bir sahtelikte.

Başarılı mısınız ? Birbirinizin kafasına basa basa çıktığınız kariyer basamaklarınıza bakıp öyle olduğunuzu düşünüyorsunuz. Değilsiniz... 

Mutlu musunuz ? Sadece o büyük Avm gezintilerinde ,bir kaç saatliğine, sonrasında yerini derin bir hüzün ve hiçliğe bırakırcasına... Ya da sadece yeni bir eşya aldığınızda ondan sıkılıncaya kadar... Mutlu değilsiniz, ama bunu da umursamıyorsunuz, yalnızca daha çok tüketimle kafaları afyonlama derdindesiniz.

Sizi günden güne daha da esareti altına alan acımasız ekonomik döngünün çarkları altında can çekişirken klas olduğunuzu/kaldığınızı düşünüyorsunuz. Yaradılışın manasını hiç çözemeden bir gün "klas" olarak can verip gideceksiniz... 

Algınıza yerleşmiş olan "sağlıklı insan" modeli; vurup kıran şakır şakır konuşup kalp kırarak dominant kalan bir tür Tazmanya canavarı türevi. Maşallah hepiniz çok sağlıklısınız...

Elinizde olanların,size verilenlerin sonsuza kadar sizinle kalacağına çok eminsiniz bu yüzden gerçek zenginliğin (manevi doyumun) peşini çoktan bırakmışsınız.Gerçekten de çok zenginsiniz.

Zerafetten o kadar uzaksınız ki. Konuşurken, dertleşirken, gülerken ya da ağlarken... Bedenlerinizi popüler kültürün zapt etmesiyle birer zombiye dönüşmüşsünüz farkında bile değilsiniz. Hissiyatsız, donuk ve renksiz bir halde yiyor içiyor geziyorsunuz. Yaşayan ölülersiniz...

Şimdi bu halinizle kendinizi "toplum" olarak adlandırıp  benden saygı mı bekliyorsunuz ?

Rutinlerinize eyvallah etmemi mi talep ediyorsunuz ?

Yoksa sorgusuz sualsiz  küçük bir kale gibi yıllarca muhafaza ettiğim varlığımı varlığınızın içinde asimile edişinizi mi izlemeliyim ? 

Sırf sizin kokuşmuş değerleriniz ihya olsun diye benzeşebileceğim bir güruh olduğunuzu mu düşünüyorsunuz ? 

Siz kimsiniz ?

Siz "toplum" iseniz... Tanımıyorum... 

Referans aldığım bir mecra değilsiniz. 


17 Temmuz 2015 Cuma

Bayramlar kutlu ola...

Akrabalarımızla ve sevdiklerimizle bir bayramı daha icra ettik mi ?

Ettikk tabiki....!

Geriye yaşayacak kaç bayramımız kaldığını biliyor muyuz peki ?

Hayııır...! Nerden bilelim ki... 

O halde her günü bayram havasında yaşayalım klişesini daha bi sahiplenmeli mi ?

Eveeett....! Evett...! İlla ki ! 

İyi bayramlar dostlar :)

Kutlu ola tüm bayramlar, 

geçmişinki  ve yarınınki... ;)




1 Temmuz 2015 Çarşamba

Ne kadar çok farklı insan(!) var...


Bir önceki yazımda insanlar birbirinden çok  farklı demiştim. 
İster ülke olsun ister dünya gündemine dair her yeni kıpırtı, bu farklılığı
daha da gün yüzüne çıkarıyor. Yapılan yorumlardan anlıyorsun bunu, gösterilen hassasiyetlerden, ya da gösterilmeyen...

Örneğin şu günlerde Doğu Türkistan, Mısır, Suriye, Myanmar v.s. diyeceğim... 

Kimi, acil tarafından yardıma ihtiyacı olan müslüman kardeşlerimiz diyecek.

Kimi, ülke ekonomisine kambur yükler diyecek.

Kimi, bir takım kesimlerin siyasi malzemeleri diyecek. 

Diyecek de diyecekler... 

İşte dedim size. İnsanlar gerçekten farklı farklı. Kiminin yüreğini yakıp geçen olağan üstü kimya olayları kimininkine zerre miskal uğramıyor bile. 

İnsanlığın en azından adalet, hukuk  v.s. gibi en basit temel haklarda tek paydada birleşemiyor oluşundun midem bulanıyor. Ve sahte eşitlik, özgürlük türkülerinden de... Ve merhamet vasfı taşımayan herkesi yine de "insan" olarak nitelendirmek zorunda olmaktan... 

Müslüman yanımı, kul yanımı bir kenara istifledim koydum da insan yanım dünya ülkelerinin bu denli hayvanlığa  nasıl sessiz kalabildiğini bir türlü anlamıyor. Anlamak istemiyor ya da. 

Ne kadar çok farklı insan(!) var. Aslında hepsi insan mı emin değilim de farklı farklı şeyler işte... 

Burda böyle bu yazıyı aptal aptal " Dilerim bu zulüm en kısa zamanda sona erer." diyerek sonlandırmak da kanıma dokunuyor. 

Dokunuyor... 

20 Haziran 2015 Cumartesi

Şehir(li) İnsan...




İnsanlar farklı farklı...
Algılar da buna mukabil binbir çeşit...Bazen de yaşanan yerleşkelerin ölçülerine göre ortaya çıkıyor bu değişiklik. 

Bu sabah uyandığımda elime aldığım dergide "Şehirde insana yer yok" başlıklı yazıyı okurken bunu düşündüm. Şehirde doğup büyüyen insanlar için değerli olan şeylerle kırsaldakilerinki arasında ne çok farklılıklar olduğunu anlatıyordu yazı. Gerçi şimdilerde kırsal insanları da değişim içinde. Üzücü bir biçimde modernleşme sevdasına kapılmış durumda. Ama yine de halen yaşatmakta oldukları bir takım insani değerler var neyseki.
Sonra ben tüm bunların neresindeyim diye düşünce kendimi bir yere oturtamadığımı fark ettim. Sanırım yine de kırsal kesim insanına daha yakın hissediyorum. Tabiat olayları beni halen derinden etkiliyor, insanları kırmaktan korkan korktuğu kadar da  kolay kırılan biri var içimde. Diğer yandan eve gelen bir misafir olursa mutfakta ne varsa mutlaka koymalı önüne öğretisi de hep içimde yıllardır.Bazen de şehir insanı gibi  fazlaca soğuk ve dokunulmaz kılıyorum kendimi ki bu da bana ait yadsıyamadığım bir parçam. Bilmiyorum, belki ben de arafta bir yerlerdeyim... 

Bazen bir taraf seçip onu kanıksamalı diye düşünüyorum. Ama sonra duruma bakıyorum. Böyle ne kadar mutluyum baksana diyorum. Ufak şeylerle mutlu olup hayata anlam katacak kadar bir kırsal insanı ve diğer yanda sinema edebiyat dünyasında kaybolup kendi izole kulesine kapanacak kadar bir şehir insanı. Ruhum bu dengeye alıştı. Böyle iyi. Toplumdan ve genel geçer kabullerden bana ne. Olması gerekenler pek umrumda değil aslında. Olduğunda güzel olacaklara meyilliyim ben hep.  

Siz nerdesiniz peki ?  


8 Haziran 2015 Pazartesi

Sus

Bu akşam kafam "susmak" fiiline takıldı. Ya da "susmak" eylemsizliğine mi demeliyim ?

Her neyse işte...

Son günlerde susmam gereken şeylerin çok fazla üst üste geldiğini fark edince ufak hayali bir dağcıkla karşı karşıya kaldığımı gördüm. Hepsinde de sustum mu peki ? Tabiki hayır !
Beşerim çünkü ben...

Ne ola ki onlar Bilge?  derseniz... Neler yok ki :)

*Olası bir yaftalamaya karşın seçim sonuçları konusunda susmak zorundasın.(An itibariyle en zoru bu)

*Çevrene  çerçevelenmiş müptezel insanların eğlenceli latifelerine(!) karşın susmak zorundasın. (Bunda susamadım zati)

*Olur olmaz açılardan gelen olur olmaz meraklı sorulara karşın susmak zorundasın.(Külliyen susuyorum bunlara, çok da zevkli oluyor)

*Aylar önce vefasızca bırakıp gidenler aylar sonra hiç bir şey olmamış gibi gelip kapınızı çaldığında ve hatta hiç bir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam edip gitmek istediğinde susmak zorundasın.(Konuşursan fena olur çünkü)

*Kalbini tam da parça pinçik etmiş birinin dedikodusu yanında yapılmaya başladığında susmak zorundasın. ( Of o ne acı ! Ama o da Allahın emri olduğundan baş göz üstüne...)

*Gitmek istemediğin bir davete katılman gerektiğinde, için "Yavv ben gelmiyorum be !" diye bağırmak isterken susmak zorundasın.( Kuzu kuzu giyinmeye başlıyorsun ya o aşama berbat)

Haklıyken sus haksızken sus... 
Aslında sessiz gibi görünen ama gürültülü bir eylemsizlik.

Peki ama ne zaman sessizce konuşmaya başlıcaz biz ?




23 Mayıs 2015 Cumartesi

Wild / Yaban


Şimdi size bu filmi neden izlemeniz gerektiğini açıklayacağım...

Hangimizin aklından geçmez zora gelince valizi doldurup çıkıp gitmek, yola düşmek, uzaklara çok uzaklara doğru yürümek ?

Öylece yola koyulmak... 

Bir karavan alıp, tası tarağı doldurup içine, keşif hayali peşine düşmek ya da ? Hangimizin içinde akıp duran bir nehir değildir ki bu ? 

Her şeyi geride bırakıp gitmek... 

Evi düzenleyip borcu harcı ödeyip geri dönmemecesine çekip gitmek, kafamızın içindeki beyaz perdede her zamanki pembe köşesinde durup duran bir plandır öyle. Belki hiç gerçekleşmez ama vardır, biliriz, elimizin altındadır o. 

İşte bu çılgınca ve fütursuzca kaçıştan önce bu filmi izlemeli her insan. 
Gitmenin aslında kaçmak olmadığını, kalabalıktan yalnızlığa bir akış olmadığını, tam tersine daha da kalabalık bir dehlize düşebileceğinizi bu filmle anlıyorsunuz... 

Aptal sarışın rollerine alışık olduğumuz Reese Witherspoon zorlu bir performans gösterdiği bu filmde aktristliğini konuşturmuş bana göre. Ve 2014 yapımı "wild" 2 kez oscar'a aday gösterilip 7 farklı dalda ödül alarak bu başarıyı perçinlemiş. 

İzleyin, hak vereceksiniz....



Filmin içinde tanıştığım bu şarkıyı da sık dinlediklerim arasına ekledim. 
Güne başlarken dinlemeniz tavsiyedir ;)



Ee ahali ? 

Yeni bi haftaya hazır mıyız ? 

Ben her zamankinden daha fazla.... 

17 Mayıs 2015 Pazar

Güzel

Güzel olan bir kaç şeyi yazıp kaçıyorum şimdi...

Abla  güzel şey,

Sağlık güzel,

Sevgi güzel,

Güven duymak çok çok güzel

Kendinle ilgili düşünemediğin  ihtiyaçlarının sevdiğin tarafından düşünülmesi güzel,

Allah'ın dostluğu ihtimalini düşünmek güzel,

Günahlarına rağmen affedilme fikri güzel,

Yol tenha olduğunda otobanda hız yapmak güzel,

Radyoda sevdiğin şarkının çıkıvermesi ve avaz avaz dinlemek güzel,

Kitaplar... ?  Ya sizce ?

Bir romanın kahramanıyla kafenin birinde oturup kahve içme hayali güzel,

Yaz güzel

Doğal sıkılmış portakal suyu güzel,

Konuşurken O'nun gözlerinin içine bakıp doya doya gülümsemek güzel,

Anlaşılmak güzel, anladığını fark ettirip rahatlatmak güzel,

Ruh eşi meselesi güzel...

Kafanın içinde koca bir evrenle dolaşıp durmak güzel.

Hayatta o kadar çok güzel şey var ki...

Hayat... Güzel...

Elhamdülillah...




16 Nisan 2015 Perşembe

Niye blog yazıyosun sen ?


Blog yazmak gibisi yok...
Gerçekten...

Bakın mesela ben bloğum eskimesin diye nasıl itinalı kullanıyorum onu. Seyrek yazsam da yüzde yüz katışıksız olsun,yazdıklarım tam anlamıyla benden olsun diye uğraşıyorum. 
Bunlar hep blogger şeysi. 

Neyse aslında en sonki yazdığımdan bu yana bir sürü kitap okudum, gezip gözdüğüm yerler de oldu filan ama bu yazımda sadece "neden blog yazmak gerektiğine" değinmek istiyorum. Bilgilendirici eğitici paylaşımlarımı sonraya bırakabilirim sanırım.

Maddeler halinde sıralamak gerekirse şu sorunun cevabı olarak aşağıdakileri sıralayabilirim : 

- Bilge niye blog yazıyosun sen ?

* Günlük hayatta söyleyemediğin şeyleri küt diye bam diye güm diye yazabileceğin bir mecradır blog.

* Yaşadığın coğrafyada anlattıklarını bile anlayamayan elemanlardan illallah ettiğin noktada, aynı frekansta olduğun başka bünyelerle güzel güzel kuzu kuzu paylaşımlar yapmaktır.

*Tamamen senin yazıp yönettiğin bir gazete sayfası gibi egonu okşayıcı tarafı da yabana atılamaz.

*Mesela bir blogda çok basit bir peynirli makarnayı İtalyan mutfağına dair ne haltlar yapıyorum bakınız diyerekten servis edebilirsiniz, kimsecikler de karışamaz, blog sizin. 

*Dünyanın en berbat müziğini sırf o akşam siz o havadasınız diye paylaşırsınız ve mutlu olursunuz. Üstelik facedeki gibi beğeni kasıntısı da yaşamazsınız. Çünkü blog burası blog, sizin mekan yani. Çaktınız ? :)

*Sizi tanımak isteyen biri olduğunda açıp bloğunuzu  okuyabileceğini söylersiniz. Ki en katışıksız halinizle tanımış olsun sizi,Siz de hile hurda karışmadan ifade etmiş olun kendinizi. 

*Bloğunuzu okuyan bazı arkadaşlarınızın "Kızım çok güzel yazıyon yea" diyerekten yaptıkları övgüleri bir kenara bırakıyorum usulca.

Tabi bunun yanısıra bloğunu dükkan gibi kullanıp satışlar yapan ya da gezi rehberi olarak kullanan veyahut da mutfak el kitabı olaraktan bizlerin imdadına yetişen blogger arkadaşlarım da var. Hepsi güzel bana göre. Hepsini de engin gönülle yaptıkları her paylaşımdan ötürü tebrik ediyorum açıkçası. 

Facebook, instagram, twitter...vesaire vesaire... Ben bloğa yazmanın lezzetini bulamıyorum bu mekanlarda. Blogda bir nostaljik koku var ve hiçbiri sağlamıyor bunu nedense. 

Sonuç itibariyle, uzun esler versem de,  kayboluversem, hiç gelmeyecekmiş gibi gitsem de, döner dolaşır gelir yazarım bloğuma. 

Çünkü blog yazmak gibisi yok. Gerçekten... 

Peki bu yazının şarkısı ne ola ki ? 

Hayatımın özeti üç kelimeyi barındıran şarkı tabi. Blog yazılarımın notalı hali kısaca. (Bunu yaptığı için Eddie Vedder'a ayrıca teşekkürler.)
Hani biri bana "Bilge hadi hemen şimdi çok ciddi bir laf et" dediğinde sağ profilden havalı bir bakış atıp da söyleyeceğim üç kelimenin şarkısı... 

"Eat, pray, love...Gerisini de çok umursama..."  

Selametle dostlar :) 





28 Mart 2015 Cumartesi

Oscar'ın 2015 pastası

 Son zamanlarda bloğumda yaptığım sinema paylaşımlarımın kıran girmişcesine seyrekleşmesine gösterebileceğim tek bahane:  bu konuda aşırı bir seçiciliğin gelip üzerime yapışmış olmasıdır.  Çünkü "vakit" gitgide daha da kıymetli bir şey haline geldi günümüzde malum. Eskiden oturup sinemalar.com dan rastgele seçerek film izlediğim zamanları gülerek anımsıyorum şimdilerde. Şimdi öyle mi ya ? Yaklaşık 1 buçuk 2 saatimi vereceğim filmin mutlaka beni tam manasıyla cezbeden bir hikayesi ya da ilgimi çeken bir aktör listesi olmalı. Bitiş yazısı akmaya başladığında ruhumda zangır zangır sallanan bir şeylerin olmayacağını hissettiğim yapımlara da pek şans vermiyorum açıkçası. 

Neyse Hıncal Uluç gibi kasmaya son verip filmlere geçmek gerekirse eğer, son günlerdeki izlediklerim 2015 Oscar pastasından birer dilim almış olan aşağıdaki yapımlardı... 

 "Stıll Alıce" Klasik bir biyografi filmiydi ama Jullıanne bu filmle en başarılı kadın oyuncu ödülünü kaptı Oscar'da. Alzheimer hastalığına yakalanan ünlü bir dilbilimci profesörün gerçek yaşam öyküsünden esinlenerek çekilen bu filmi hafta sonu kafa dinlemek istediğiniz bir vakitte izleyebilirsiniz. Ve böylece hayat, kariyer, ilişkiler ve aile gibi kavramları yeniden sorgulama imkanı bulabilirsiniz.
 "The Grand Budapest Hotel" 2015 Oscar'larında en iyi kostüm tasarım ödülünü alan bu filmi ben beğenmedim arkadaşlar çok net. Hikaye ve senaryo işe yaramaz ama filmin sanat yönetmenliğini beğendim diyebilirim. Oscar'ın jüri üyeleriyle hem fikiriz bu konuda :) Ha bi de filmin ödül alan şarkısını da telefonuma indirdim ve sık sık dinlemekteyim. Bu yayının sonunda o şarkıya da yer verilecektir bilginize :)  Tabi tüm bunlar yine de 2 saatinizi heba etmenize değmez, izlemeyin bu filmi.
"The theory of everythıng" Ünlü ateyiz fizikçi Hawkins amcanın gerçek yaşam öyküsünün işlendiği filmde;  genç yaşta beyni dışında tüm uzuvlarının işlevini yitirmesiyle karşı karşıya kalan bir fizikçinin her şeye rağmen çalışmalarına devam etmesi ve bu süreçteki özel hayatı anlatılıyor. Bu filmi izlerken Hawkins'in karısını yakından tanıyıp  böyle mübarek bi hatun olabildiği için kendisine hayır dualar ederken buluyorsunuz kendinizi.

Neyse işte her şey böyle :)

 Herkeslerle bir sonraki yayında görüşüp buluşmak üzere :)

Ve bu da söz verdiğim film müzüüğü işte ;)  


 

14 Mart 2015 Cumartesi

Üçü bir arada...

Satırlar  evrenine fırlatılmış, varlığını bu evrende kuş misali uçuran, uçtukça da özgürleşen herkese merhaba...

Off  girişe de bakınız...Fazla kalıp içerir zannımca :)
Gerçekten yaşlanıyor olmalıyım :P 

Bu yazımda üçü bir arada olarak sunacağım kitaplar birbiriyle son derece uyumlu içeriğe sahip olan, Semerkand yayınlarından kopma meyveler olurlar kendileri. Aslında aynı fikri savunan yayınları ardı ardına okumayı pek sevmem ben. Sürekli aynı şarkıları çalan ticari radyoları dinlemeyi sevmediğim gibi. Ama söz konusu "tasavvuf" olunca... O da çok bambaşka ve vazgeçilmez bir atmosfer olunca işler değişir :) İşte bu kitapları da ardı ardına okumamdaki hikmet budur esasen... 

Şimdi size bu kitapları neden okumanız gerektiği ile ilgili kısa kısa bilgilendirmeler yapıcam. 
Sessizlik lütfen... 

İçinde yaşadıkları döneme damgasını vurmuş, pervane misali insanları etrafında sevgi ve muhabbetle toplayan tasavvuf alimlerinden günümüze süzülüp gelen özlü sözler, tavsiyeler ve öğretiler...Hepsi bu kitapta değişik konu başlıkları altında toplanmış. Aynı zamanda Semerkand dergisinin de "Hal dili" sayfasından alıntılar olan bu kıymetli nasihatleri okuyup özümsemek isteyen herkes bu kitabı Hacegan yayınlarından edinebilir.

Biz La fontaine masallarıyla büyüdük az biraz. Ama şimdiki çocuklar daha şanslı. Kültür ve inançlarımızda yer alan bir çok değerimiz hikayeleştirilerek yeniden düzenlenip çocukların huzuruna sunuluyor bu günlerde.Bazılarını biz yetişkinler de keyifle okuyabiliriz aslında. "Çölde kanat sesleri" de bu şanslardan biri işte. Hz. Adem'den sevgili Peygamberimize(s.a.v) kadar uzanan tüm anıtlaşmış tarihsel sahnelerin öykü diliyle anlatıldığı bu kitabı alıp çevrenizdeki bir gence hediye etmelisiniz mutlaka... 

Harika bir kitaptı... Batının ortasında doğup yetişmiş aktivist Hristiyan bir kadının önce İslam'la sonra da tasavvufla tanışmasını konu eden çarpıcı bir hikaye... Şemsi Tebrizi'yi hatırlıyorsunuz, Mevlana'yı.., Dergahları ve zikir ehli evliyaları mizansen edip kafanızı huzurla dumanlıyorsunuz bu kitabı okurken. Özellikle kitabın sonuna doğru... İlginç bir hikayenin gölgesinde değişimlerin aslında güzel şeylere vesile olabileceğini tecrübe etmek isterseniz bu kitabı da edinin derim mutlaka... 

Evet kitaplar böyle... 
Bu blog, gürültü yapmadan istikrarlı bir şekilde zirveye ilerleyen bir dağcı gibi düşünülebilir. Paylaşımlara uzun aralar verse de ses vermeyi ihmal etmez bloğun sahibi. 
Neden o kadar tasavvuf okuyup da yinede illa  beylik laflar eder peki bu sahip ? (dağmış, zirveymiş felam?) 
Bilmem, kanında bir beylik kanı olabilir belkide :P :) 

Bir dahaki paylaşımda görüşelim canlar ;) 


22 Şubat 2015 Pazar

Ciciler felam...

Size daha önce de söylediğim gibi son günlerdeki yeni tutkum, "otantik takı tasarımı"
Ne trend bi' söylem dimi şu ?
"Son günlerdeki tutkum" yani... Sanki bazı tutkulardan bazı tutkuların kucağına savruluyormuşuz gibi...
Esasen de biraz öyleyiz aslına bakarsınız :) Tutkularımız, coşku ve mutluluk katsın hayatımıza ama yaşam amacımızı unutturmasın rotamızdan saptırmasın ömür boyu inşaallah diyeyim yine de ben...
Neyse ya , felsefe kasamam bu yazımda çünkü bu kurdelalı cicili bicili bir hatun yazısıdır an itibariyle !

Blog dünyası kendi imalatım olan ve satışa sunduğum otantik takı tasarımlarımdan mahrum kalmasın maazallah  diye  bloğumda ara sıra takılarımı tanıtacağım sizlere bundan böyle :) Hatta tembellik etmezsem yan panele de bir "otantik takı tasarımlarım" başlığı da  açabilirim ileriki günlerde kimbilir. Yaparım ederim :)

Kendi imalatım olan takılarımın birer ismi de var ve sosyal ağlarda paylaşırken mutlaka bu isimlerini de yazıyorum açıklama kısmına. Çünkü sahibiyle özdeşleşecek bu isimleri bilmesi gerek satın alacak kişilerin dimi ama ? :) Şu anda da fotolarının altına bu açıklama yazılarını da ekliyorum sizler için :)
Yea ben bu işi seviyorumm !

 Yanar dönerli kumaş üzerine çalıştığım bu bilekliğe "Karmen'in bilekliği" adını koyduk efem. Evet bundan sonra bütün çalışmalarımın bir adı sanı olacak Allah'ın izniyle. Bunlardan bazıları okuduğum kitaplardan bazıları da hayal dünyamdan kopup gelen isimler...Bu bilekliğime İspanyol kızlarından esinlenerek bu ismi koydum. Onlar geleneksel kıyafetlerinde dantelsiz yapamazlar bilirsiniz. 
smile ifade simgesi
 Takı olayında avize gibi dolaşmayı seven kadınlar tamamen hedef kitlemin dışında. Takı bana göre sempati ve zerafet ikilisinden örülü bi aksesuardır ve estetik olması için illa şangırdaması da gereksiz bir şeydir. Ben böyle düşünen kadınlar için takı imal etmeye devam ediyorum.Bu modelin adı da "Rozi nin bilekliği"
smile ifade simgesi 

Kadife üzerine iğne oyası bileklik.Bu modelin adı "Saraylı kızın bilekliği" Kendi tarzını bulmak isteyen buraya gelsin.Dandirik plastiklere daha fazla öderim diyenler de moneyleriyle vedalaşsın... 

Tanıtım yazılarım biraz abzürt ama ben de öyleyim napalım bunu herkes bilir :) 
Tasarımlarımı 3 er  3 er paylaşıyorum çünkü 3 iyidir :) Şimdilik bilekliklerle başladım ama yelpaze genişleyecek sanıyorum önümüzdeki günlerde... 

Ve yine naftalinli bir şarkıyla veda etmek gerekirse bu kez tercihim şudur... Hoeebaa !! :)) 





Affetmem valla ona göre  !

Görüşmek üzere blogcanlar ! :)


8 Şubat 2015 Pazar

Nostaljik şişe

Bakıyorum şu tarihe en son 20 Ocak ta yazmışım ama bana göre sanki yıllardır yazmamışım gibi özlemişim bloğumu :) Artık anladım ki ben bu bloğu asla kapatamıcam sanırım :) Neyse kapatma gibi bi derdim de yok zaten... 

Genelde olduğu gibi şu aralar da yine çok yoğunum dostlar. Gano excel girdi hayatıma ve yeni insanlar yeni ortamlar da beraberinde... :)  Gano excel de nedir diyenler olursa Google amcaya bi soruversinler, yine de detay isteyen olursa ben de yardımcı olurum tabi :) Ve de Pinterest hanım teyzeyle de akraba olmak üzereyiz şu ara. Tabi bununla birlikte ben de geri dönüşüm işlerine bir el attım ki sormayın gitsin. Gelsin yeni ev dekorları, takılar ve bir sürü ıvır zıvır ciciler... Takı demişken önümüzdeki günlerde kendi imal edip satışa sunduğum takılarım çok yakında bloğumda haberiniz olsun :) 

Şimdilik altta gördüğünüz eski cam şişenin değişimine ait fotoyla idare edin. Eski dantellerle süslediğim yeşil nostaljik cam şişe, bugünlerde evimizdeki ilgi odağının tam merkezinde. Daha planlarımda neler var neler ama :) Yeter ki Mevla sağlık sıhhat afiyet versin inşaallah :)


Kırtasiyeden aldığım kuvvetli bir yapıştırıcı ile monte ettiğim eski dantellerin üzerine krem bir kurdela ile cilasını yapınca hoş bir ev dekoruna kavuştum. Ayrıca kapağına da yaptığım eklemelerle mutfakta sağlıklı bir saklama kabı olarak da kullanılmasına kapı aralamış oldum. Boş şişeleri ve eski dantelleri olanlara söz konusu kombinasyon ısrarla tavsiyemdir...

Ve kapanışta nostaljik şişeye nostaljik bir şarkıyla eşlik edeyim tam olsun bari. Canımın içi bir cana dinlettiğimde "Bilge resmen şarkıdan naftalin kokuları yükseliyor" deyip de beni kopardığı şarkıdır hani bu :) 

Dinleyin bakim şunu plz :) 




Benden haberler şimdilik bu kadar blogcanlarım.Çok uzatmadan dönüp gelip size takı tasarımlarımı anlatıcam kaybolmayın bi yere tamam mı ?

Hadi gittim ben :) 

20 Ocak 2015 Salı

Beş Şehir

Eskilerde insanların gezip dolaştığı yerleri güzel bir dille anlatması, şimdilerdeki gibi janjanlı tv programlarıyla değil kitaplarla, seyahatnamelerle ve hatıratlarla olurmuş. Görsellik de mutlaka önemli tabi ama ben zengin bir dille yapılan tasvirlerin de beyin nöronlarını beslediğine inanıyorum fazlasıyla... 

İşte "Beş Şehir" bunlardan biri. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kaleme aldığı bu eserde Ankara, Bursa, Erzurum, Konya ve İstanbul'un geçmişine uzanmak isterseniz hoş bir gezintiye çıkmış olursunuz...
Türk edebiyatının duayenlerinden biri anlatsın size, siz de dinleyin bence... 
Tavsiyemdir herkese :) 


Ve bir alıntı :

"Erzurum'a üçüncü gidişim İkinci Cihan Harbi 'nin son yıllarında idi. Yataklı vagonda yolculuk şüphesiz çok rahat bir şey. Fakat insanı garip bir surette etraftan ayırıyor, adeta eski manasında yolculuğu öldürüyor. Bir mermi gibi sağla solla temas etmek fırsatını bulmadan gideceğiniz yere sadece yanınızda götürdüğünüz şeylerle varıyorsunuz.Falan istasyondan üzülerek veya sevinerek biniyorsunuz, bir başkasında esneyerek iniyorsunuz. İkisinin arasına, kitaplarınızın, her günkü endişelerinizin içinden, ancak şöyle bir göz atılabilen bir iki manzara girebiliyor.
Asıl yolculuğu galiba üçüncü mevki vagonlarda aramak lazım. Gerçek hayatı halk arasında aramak lazım geldiği gibi... Çünkü orada insanlarla en geniş manasında temas var."


Sevgiler herkese...

11 Ocak 2015 Pazar

Frapan Bilezik

Bloğumun "sende yap şunu" köşesi ne zamandır durgun bir haldeydi. Nihayet bi kıpırtılar gösterdim ve biraz da bu köşe için tasarladığım geri dönüşüm bileziğimi paylaşmaya karar verdim. 

Üzeri demir zımbalı bir kıyafet aksesuarı ne zamandır atıl vaziyette dikiş kumaşları arasında bekliyordu. Gel bakalım dedim ona bi gün :) 

Orta kalınlıkta bir teli bileğim ölçüsünde çember hale getirip ucunu birleştirdikten sonra biraz elyaf sarıp bağladım. Ve söz konusu zımbalı kumaşı sarıp içe gelecek kısımdan iğneleyerek dikmeye başladım... 
İşte bileziğim :) 
Tarzı biraz frapan oldu bana gelmez ama bu tarzı benimsemiş olan sevgili bir arkadaşıma hediye ettim ve çok mutlu olduğunu görmek en az bileziği yaparkenki kadar mutluluk verdi  :) Sizler başka kumaşlarla da deneyebilirsiniz tabi... 

Böyle şeyler yaptığımda ardından hep şamatalı bir şekilde kendimi över ne kadar becerikli olduğumdan filan bahsederdim de artık yapmıyorum öyle şeyler farkındaysanız. Sanırım olgunlaşıyorum. Ve sanırım olgunlaştığımı söylerken de bir parça kendimi övdüm şimdi değil mi :P 

Neyse daha fazla batmadan gideyim ben, sevgiler öpücükler hatunlarım :)

6 Ocak 2015 Salı

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e nasıl geçildi ?

Her satırını merakla tükettiğim bu kitabı herkese tavsiye ediyorum. 
En sonda söyleceğim şeyi ilk başta söyleyip de rahat etmek istedim.
Cemal Fedayi isminde bir akademsiyenin kaleme aldığı kitap tarihsel arşiv ve hatıratların derlenmesiyle ortaya konulmuş.



Yakın tarihimizi hep bildik ağızlardan bildik söylemlerle ezberleyerek büyüdük ya hani ? Bu kitapla her şeyi yeni baştan öğrenip yeni baştan düşünme ve muhakeme etme fırsatına sahip oluyorsunuz. Belli kıskaçlar altına girmeden hayal etmeye çalıştığımız bazı kritik ülke kararlarımızın da olası farklı sonuçları hakkında da beyin fırtınası yapma imkanı buluyorsunuz böylece. Özellikle ülke rejiminin değiştiği 1920-1924 yılları arasına büyüteç tutan kitapta bazı stratejik gerçeklerin nasıl ustalıkla arka plana atıldığını da müşahede etmiş oluyorsunuz. Benzeri çalışmaların artmasını temenni ediyoruz... 

Uzun uzun içerik detaylarına girmek istemiyorum şimdi ama sadece şu sorunun hatırına kitaba ilginizi çekmek istiyorum : 

Ya her şey bize öğretildiği gibi değilse ? 

Selamlar dostlar...