26 Mart 2018 Pazartesi

"Tazekahve"


   Geçtiğimiz yıl yazmışım en son.
Sözü uzatmadan hemencik yazıvereyim. Artık bu bloğu resimdeki bu güzel kutuya koyup silikon vadisinin o renkli boşluğuna hediye ediyorum. Hayatımın kahveyle hemhal dönemini, acısıyla tatlısıyla geçirilen onca maceralı günlerini ve de her şartta topluma karşı protest duruşunu da aynı kutuya koyuyorum. Güzeldi çoğu şey, güzeldi. 

    Laf aramızda bugünlerde toplumla aram daha bir sakin galiba. Anlaşamasak da geçinmesini öğrendik gibi kendisiyle. İzmir'de başka türlüsü mümkün değil. Herkesin pek kıymet verdiği o 'politik duruş'un kurallarını iyice bir ezber etmekle birlikte, bu tarz insanlardan mütevellit bir tabakayı da itinayla çevremden uzak tutmaya gayret ediyorum. Böyle olunca toplumla pek didişme alanımız da olmuyor. Zorlukları var ama imkansız değil. Zarif bir ömür için müzmin bir yalnızlığa da katlanılıyor. Katlanılmalı...

   Velhasıl hayatımın Tazekahve'li devri bu şekilde kapanmış oldu. Yeni döneme yeni bir blogla devam edebilirim belki. Daha işlevsel bir arayüz olur sanırım. Bakalım...
Son müziğim de şu olsun o vakit. 
Hoşçakal ahali... 

19 Şubat 2017 Pazar

Zaman...



Hani filmlerde olur... Olaylar arasında geçen zamanı anlatmak için şehri bir karartıp bir aydınlatırlar. Kuşları uçurup, güneşin batışını ve doğuşunu ardı ardına verirler. Yani "günler geçti aradan ama çook fazla günler geçti" demektir bu bir yerde. Bu süre içinde sizi ilgilendirecek kayda değer bir şey olmadı merak etmeyin demektir.Şimdi asıl meseleye gelelim demektir falan filan...
Bazen gerçek hayatta da olmasını istersin. Hayatındaki öylesine boşlukların bir kaç manzara fotoğrafıyla geçiştirilmesini. Ama olmaz tabi. Gerçek yaşamda "zaman" kendi kurallarınca oynar oyununu...
Zamanla iyi anlaşmak lazım. Yoksa ya yaşlandırır ya da farkında olmadan ayakta uyutur boşu boşuna tüketiverir yaşam serüvenini.
İnşirah mealini bilenler başka... "Boş kaldın mı hemen başka işe koyul" ayetince yaşayanlar dışındakilere acımasızca akıp gider zaman.
Bir zaman var... Geçip gidecek.
Güzel anlaşalım kendisiyle de güzelleştirip de geçsin hayatımızdan.
Huzurlu hafta sonları olsun herkesciklerime... 

Sessizce dinleyebilecekseniz şunu bir dinleyin. Gürültü patırtı içindeyseniz açmayın, geceyi filan bekleyin. Suriyeli bir müzisyenmiş Lena Şamamyan. Tütsülü bir şeyler söylemiyor mu sizce de ?

29 Aralık 2016 Perşembe

Güzel milatlar olsun...


Bir şarkı biter...
Artık sessizlik hakim ve bunu hiç bir şey değiştiremez sanırsın. Sanırsın ki dünyadaki tüm sesler tüm tınılar kara bir delikten çıkıp gittiler. Sessizlik çıktı geldi o delikten ve artık krallık onun...

Ama sonra bir gün aniden yeni bir şarkı başlar. Nerde gizlenebilmişti bu şarkı ? Onu nasıl yakalayıp bulup def etmediler bu hain dünyadan ? Olmuş işte... Kalmış burda...Şükür ki kalmış... 

Sonra her şeyi akışına bırakıp dinlemeye başlarsın.Şarkı özgürce nida eder.  Sanki tüm sesleri tüm tınıları tüm ahengiyle bünyesinde tutmuş gidenlere inat. Müziğin özüne sadakatle sinesine gömüp korumuş tüm ritmi.

Dinlersin, dinlersin... Yüzüne yayılan bir gülümseme sonra...

İşte benim için 2016 nın özeti.

Her gün milattır "anı yaşayan" bir sufiye aslında. Anı yaşamakla mükelleftir çünkü gerçek bir sufi. İbnül vakit denir ona. Vaktin oğludur o... Yaradanı,onun  geçmiş ve gelecek ihtirasıyla kimliğini ve neden yaratıldığını unutmasını istemez çünkü bilir... 

Doğarken bir sufi hamuru katılmış içime sanki. Dün ve yarın ara sıra kafama takılan ama kendimi adamadığım şeyler oldu hep. "Şu an" var benim için daima. Şu an... Sonuna kadar varlığına inandığım ve saygı gösterdiğim "şu an"... Gerisi toplum, gerisi diğer insanlar, gerisi diğer görüşler,diğer, diğer... 

2017 nin ve hatta ömrün her günü saflık, zerafet ve huzurla geçsin diliyorum hepimiz için... Nahoş şeylerden dem vurmayacağım onları biliyoruz ve içimizden arınmaları için tüm ülke olarak dua ediyoruz. Millet olarak hatta dünya halkı olarak kim olduğumuzu ve neden yaratıldığımızı hep hatırda tutalım, şu anları taçlandırarak hep diri kalalım dilerim sadece.  

Hepimize güzel milatlar olsun ve de hamdlerimiz hakiki hamd olsun dostlar...



13 Aralık 2016 Salı

Pervaneha


Ohoo ben buralarda yokken ne filmler izledim ne filmler... İran sineması, Hint sineması biraz da Fransız... Her türlüsünü mozaik eder önünüze koyarım. Tabi yavaş yavaş... 

Bu akşam ki İran sinemasından iki örnek olacak ancak doğru dürüst posterlerini bulamadım nette. Siz yine de bu imaj felam şeysilerine fazla takılmayın da önerdiğim filmlerin peşine takılın. 



İlkinin adı : " Yağmur köşelerinden"  Şu fotodaki tatlı teyzemin azimli yolculuğuna dair ilginç hikayesi sizi de içine çekecek emin olabilirsiniz. Bu filmi iki kez izledim. Ve diğerine geçersek...

Orjinal adı "Pervaneha" olan bu filmin konusu da öğrenci olan bir genç kızın uzaktan akrabalarının evindeki zorunlu misafirliğini konu alıyor. Yine İran sinemasından bir örnek.
İkisini de severek izlemiştim, tavsiye ederim canlar.

Bakın ifadelerim ne kadar sadeleşti son zamanlarda farkındasınızdır. İliklerime kadar minimalizm işlemekte sanırsam. Zaten sadeleşme yoluna giden insan en başta fazla kelimeleri atmalı hayatından bana göre. Neyse sinema merkezinden felsefeye sapmadan bitireyim en iyisi.

Sonuç olarak bu kaydın iki ana mesajı var ki hemen listelersek eğer : Bu filmleri izleyin ve sadeleşin sadeleşebildiğiniz kadar dostlar.

İran dediysek İranlı şarkıcımızdan parçamızı da buraya koyar da gideriz tabi. Bu gece şunu dinlemeden uyuyayım demeyin sakın. 

İyi geceler olsun herkeslere... 

30 Kasım 2016 Çarşamba

Ne işin var bu devirde senin...



Size de bazen oluyor mu ? Yok belkide size olmuyordur.

Hani hatunların uzun ipekten feraceleriyle gül bahçeleri arasında dolaştığı Osmanlı dönemi filmleri vardır ya. İfadeler zerafet yüklüdür, olaylar ağır ve aheste akar filan... O dönemler...
Bazen diyorum ki kesin o dönemlerin insanıyım ama bu devirde yaşamamamın tek nedeni kocaman bir imtihan. O dönemde herkesin daha mutlu olduğunu düşünüyorum. Daha sade ama daha mutlu...
Bazen durup kalıyorum ve bunu hissediyorum. Ne işim var bu devirde benim ?
Etrafta zombi gibi kişisel menfaatlerinin peşine düşmüş insanlara bakıyorum. Birbirlerinin etini yemek istercesine zombileşmiş canlılar bunlar. Stresli ve mutsuzlar ki artık gözüme gerçek birer zombi gibi görünmeye başlıyorlar. Diyorum ki, ne işim var bu devirde benim ? 

Geçenlerde bir tanıdığım da açık seçik "Artık senin neslin tükenmek üzere Bilge'cim" tespitini yapınca...

Neyse çok bunalık da yapmayayım. Bu “bunalık” kelimesini de ben buldum bu arada. Bunalımın bir iki tık daha sevimlisi oluyor kendisi.
İşte geçen gün evimin en sevdiğim köşesine(görseldeki köşeye) baktığımda  yine aynı şeyi düşündüm…  Yani babamın elli yıllık valizini becerikli bir mobilyacı aracılığıyla dönüştürdüğüm dekoratif sehpama baktığımda…


Hey yavrum hey Bilge… ne işin var bu devirde senin ? 


29 Kasım 2016 Salı

Her şey yerli yerinde...



Yağmurlu bir İzmir gününde;

Çiçeğim saksıda,

Kitabım elimde,

Yağmur damlaları tam istediğim gibi camın üzerinde,

Bulutların buğusu şehrin üstünde,

Yani her şey yerli yerinde...

O zaman ne duruyorum yazsam ya...



23 Kasım 2016 Çarşamba

İzmir


 Yaklaşık bir yıldır İzmir denen şu koca şehirde yaşıyorum. Aslında ufak ufak köylerden derme çatma kenarına da bir sahilden gerdanlık kondurma kelepir bir yer bu İzmir. Şu bahsettiğim sahil kesimin halkına göre Ege'nin incisi, diğerleri ancak merkeze ya da o sahile aktığında bir sahil kentinde yaşadıklarının ayrımına varıyor bence. Neyse bu konuda daha geniş çaplı bir değerlendirmeyi sonra yaparım belki.

 Gününü temizlikle geçirmiş orta zekada bir Türk hatunu olarak boyundan büyük akademik  bir kaç karşılaştırma yapıp uyuyacağım şimdi. Hemen uyumalıyım çünkü çok yoruldum.  Neleri mi karşılaştıracağım peki ? Hemen söyleyeyim. Şehir hayatı ile kırsal kesim hayatı arasındaki bir kaç farkı irdeleyip aristokrat bir şekilde uykuya ışınlanacağım müsaadenizle.

 En başta şehirde düzgün konuşmak çok önemli değil. Diyaloglarda sadece kısa yoldan laf sokmalar rağbet görüyor. Çünkü şehir insanı yorgun. Kalabalık zaten iflahını kesmiş. Paragraflara tahammülü yok. Az ve öz anlatırsan cansın. Senden alası yok. Kırsal kesim insanı ise dinlemeyi sever. Adım başı kahvehanedir mesela. Sohbetler uzadıkça uzasın istenir. Neden o ? Çünkü insan az. Laf az. Dolayısıyla söz kıymetli. Çok olsun , dinlenir...

 Diğer yandan şehirde kocalar eşlerine çok iyi davranmalarına rağmen yaranamıyor ama kırsalda tam tersi mesela. Kadınlar genelde yuvada yükü taşıyan rolünde ve erkekler şikayetçidir kırsalda. Bu kısmı şehrin en sevdiğim yanlarından biri oldu işte. Yalnız ben yine de şehir kadınının bu nankör tavrını benimseyemedim. Tam manasıyla şehir insanı olamadığım için halen belkide.

 Şehirde gün içinde oturduğun yerden başka bir semte gidip döneceğim demek gün boyu evden kopacaksın demek. Dönüş ancak akşama kısmetse. Çünkü trafik manyak gibi. İnsanlar zombi misali motorlu taşıtlarla güdümlü yaşıyor. Bir yolda ortalama bir hızla yarım saatten fazla yol almayı unut şehirde. Kırsalda ? Anlatmama gerek var mı ?

 Bir de temizlikçiliğe giden kadınlar var ya hani ? Şehirde bir gün ayarlayabilmek için işveren yalvarıyor ama kırsalda o da tam tersidir. Burdaki temizlikçi kadınlar işveren kadının hayatını kurtaracakmışcasına bir lütufla yalvar yakar razı ediliyor işe. Ama kırsalda burdaki fiyatların yarısına fit bir çok temizlikçi kadın zar zor iş bulabiliyor. Nedenini açıklamama gerek var mı ? Çünkü şehir kadını yorgun. Çalışsın ya da çalışmasın stresli ve gergin hatunlardan ibaret çoğu. Biraz olsun ev işinden firar edebilirse o yanına kar diye düşünüyor haliyle...

 Daha var daha var... Ama onları da ayrıca bir yazarım artık. Neyse şehir böyle... Ve değişim kaçınılmaz anladığım kadarıyla. Ama ben her zaman olduğu gibi içimde koccaman bir vahayı yemyeşil ve el değmemiş tutmakta kararlıyım. 
Sen istemezsen şehrin kasveti çökemez onun üstüne hacıı...



Müziğimi de şuraya koyayım. Ne alaka bilemedim ama bir Kafkas klasiği ile sonlandırayım bu yazıyı dedim. Ohh bloğum yeaa... Müziklerimi felam da paylaşırmışım. Hoşgelmişim. İyiki dönmüşüm :))

İyi geceler olsun dostlar...