28 Haziran 2012 Perşembe

Bana ölümden bahsetme !

Ne de severiz şu nidayı yükseltmeyi ... Özellikle ben... Tatsız tuzsuz gelen bu mevzuda konuşulsun istemeyiz pek fazla.
Ama bu hafta gazete yazımda bahsettim. Tanıdıkların üst üste aldığım vefat haberleri üzerine yazmak farz oldu sanki.

İşte şu alttaki yazıyı...

Nazilli’nin sıcağı katlanılır gibi değil doğru mudur ?

Sözümüze konu olacak aile için de Nazilli sıcağı katlanılır gibi değildi mutlaka ki; kendilerine yüksek tepelerde serin yaylaları olan yakınlarda bir kasabada yazlık niyetine kullanalım amacıyla bir ev yapmaya başladılar.Yurtdışında yıllarca emek harcayıp emekliliğini Türkiye’de geçirme planıyla geri dönen bu sevimli aile haftanın belli günleri Nazilli’den ufak tefek eşyalarını alıp kendilerini bu evin inşaatına atıyorlardı.Babanın elinden bazı inşaat işleri geldiği için evin ufak tefek işleriyle bizzat kendi ilgileniyordu. Serin bir yaz geçirme hayaliyle ve de birden bastıran sıcakların etkisiyle kasabadaki evin işlerine hız vermişlerdi . Ailecek kenetlenmişler , her birey kendine uygun bir işin ucundan tutmayı görev bilmişti.Komşular yeni taşınacak komşularından memnun , aile bireyleri kasabanın yerlileriyle kaynaşmaya hazır , huzurlu ve keyifli bir yaz mevsiminin profili oluşmuştu bile kafalarda. İşte yine bir öğle vakti evin babası mutfak fayanslarıyla meşgul … Öğle yemeğine çağıran eşine hemen geliyorum deyip işine ara veriyor. Yemek yeniyor , arkasından uzun yaz günlerine yakışan öğle uykusu faslı icra ediliyor ve namaza giderken evdekilere , “ az bi yer kaldı mutfakta,onu da hallettim mi işin çoğunu bitti sayın ” deyip veda ediyor…

Bu ailesiyle son görüşmesi babanın…Çarşıda aniden gelen bir kalp kriziyle hayatı son buluyor.Ya ev, ya hayal edilen yazlar, o yazlığın balkonunda hayal edilen akşam yemekleri , belki de hepsinden önemlisi huzur ve keyifle yudumlamayı hayal ettikleri emeklilik yılları…Hepsi bir anda ortada kalıyor. Öylece yarım yamalak…

Hiçbir ölüm yakışmıyor sahibine orası kesin. Orda bir anlaşmak lazım ki ne kadar yaşlı olursa olsun bir hayatın noktalandığını duyduğumuzda donup kalıyoruz. Bir iki dakika süren o acı sessizlik…Ardından gelen zar zor yutkunuş ve de “Her nefs ölümü tadacaktır” (Enbiya-35) ayetince teslim olan haller…

Özellikle bu sene çok fazla genç ölümleriyle sarsılmaktayız.Tevafuken üst üste gelmekte hepsi de.Gencecik bir annenin hayatına kendi elleriyle son vermesi , daha da genç bir abinin ona keza yalnızlık içinde intihar edişi , yine hiç kimsenin ölümü yakıştıramadığı iri yarı heybetli bir o kadar da sevecen genç bir aile reisinin kalp kriziyle aramızdan ayrılışı…Örnekler o kadar çok ki. Girişte anlattığımız hikaye diğerlerine oranla belki de en makul karşılanabilecek olanı.Ama değil işte. Her ölüm , bir yarım kalış, bir plan dışı aksiyon, bir aksama ki hayatları alt üst eden cinsten.

Bazen monoton kabul edilen bir günün saatlerini tüketirken nefsim ve şeytan el ele çıkıp geliyorlar bulunduğum mekana. Bilmem nerdeki ölü denize demir atmış o beyaz yatın güvertesini gösteriyor biri , diğeri dünyanın öbür ucunda neşe ve sefa içinde sarhoş olmuş bir güruhun vurdumduymazlığını hatırlatıyor.Diyorlar ki ,” heyy! hayat sonsuz hızıyla ve çılgınca akıp giderken bir yerlerde sen burada niye sabit kalmışsın ? Git ve yaşa doya doya !” Sonra kamil bir ses –ki o ses bana ait değil muhtemelen- diyor ki , “ölüm var…aniden gelen, tadı tuzu kaçıran ölüm var.Sonrasında da ebedi bir hayat…Neye yarar ki umursamazca tükettiğin üç beş sene ? Bu kadar mısın sen ? Bu kadar kıymetsiz mi var oluşun ?”

Dünyaya baktığımda , muhteşem işler görüyorum her seferinde.Görmek niyetiyle bakmamış olsam bile harika işler…Bir karpuz dilimi içimi serinletirken kusursuz tasarımını takdir etmemek mümkün değil. Suya yakın yapısıyla sağlam kabuklar tarafından muhafazası mükemmel.

Bir ağacın kış geldiğinde tek bir yaprağı dahi kalmamışken baharda yeşil yapraklarla giyinmesi yaz gelince olgun meyvelerle dolup taşması akıl almaz işler…

Her detayda ince ince hesaplar ve her detayın kusursuz mevsimsel tekrarı… Yaptığı işlerde kusur kabul etmez bir titizliği var Mevla’nın hiç kuşkusuz.O’ nu tanıma imkanı veriyor bize sunduklarıyla. Çoğu ayetinin başına eklediği “akıl sahipleri düşünmezler mi ?” sorusuyla da idraklerimizi hedef aldığını ifade ediyor sık sık.

Herkesin Allah’ın varlığına inanma sebepleri ayrı ayrı. Kimi tam teslimiyetle bir yaradanın olmasını muhtemel gördüğü için , kimi belki dua ettiği ve duaları kabul gördüğü için, kimi safiyane bir alışkanlıkla ebeveynlerinden duya geldiği için inanıyor Allah’ın varlığına.Ben de Allah’ın varlığına bu muhteşem işlerin referansıyla inanıyorum, iman ediyorum inşallah.

Ve adaletine de yürekten inanıyorum ki ; portakal kabuğuna ayrı, portakalın kendisine ayrı vitaminler yükleyip kusursuz ikramıyla mükemmeliyetçi tavrını ortaya koyan Allah , ölü denizin ortasına demir atan yatın güvertesindeki kuluyla benim aramda ayrımcılık yapmış olamaz. Mutlaka O’na başka bana başka imtihanlar vererek sınav salonunda tutuyor bizi an itibariyle.Belki o kardeşimin ki benimkinden çok daha ağır nerden bilebilir insanoğlu ? Ve mükemmel işler yapan Allah’ımız , imtihanında gösterdiğimiz başarı ölçüsünde ebedi aleminde ağırlayacak bizleri. Esasen sonsuz rahmetiyle yine de gösterdiğimiz başarının layığından çok daha fazla ikramlara muhatap olacağımızın da müjdesini vermiş bizlere.

O halde kaçınılmaz geçit kapısı , ölüm, karşımıza çıkıvermeden kafaları hazırlamalı. İyiliğe ve güzel kulluğa programlayıp kendimizi ebedi hayata hazır durmalı.Ölüme düğün gözüyle bakan Mevlana’ca yaşam sürmeli şu hayatta. Yanımızda olanlara benim dememeli, sadece yanımda demeli.Paylaşırken verdiğin kadarının ahirette sana iade edileceğini hesap edip ona göre paylaşmalı.Kalp kırmaktan kaçmalı yılandan kaçar gibi. Bire bin verilen özellikle şu mübarek aylarda hayır fırsatlarını kollamalı. Kulluk adına Mevla’nın senden istediği ne varsa O’nunkine benzer titizlikle icra etmeli.Bir puan daha üç beş bonus daha kattıkça katmak istemeli sevap hanesine. Ve kanaat notunun derdine düşüp nafileleri çoğaltmalı. En önemlisi ihlasla ve şükranla…Her şey bir yana düşünmeli ; bir bardak çay için bile teşekkürü ihmal etmezken hiç tanımadığımız o toy çelimsiz garsona , bu kadar ikramı hizmetimize sunan Rabbe nasıl teşekkür etmeli ?

İyi haftalar olsun dostlar…

Ve sevgiler blogcanlar...

21 Haziran 2012 Perşembe

Dıy den mütevellid yüzükler :)


Bir akşam otururken; kıyıda köşede kalmış , kendini ifadesi yetersiz , pasif karakterli yüzüklerin aklına gelir...
Parmağına takar çıkartırsın , takar çıkartırsın...


Sonra da "Yok ... Bunlara bi ayar vermeli " dersin :) Eline alırsın kadınsı alet edevatı , iptir tığdır vesairedir :))


O anki hayal dünyan da çiçeğe böceğe ne kadar elverişliyse artık yaparsın bir şeyler.Ortaya çıkan dantelcikleri geçirirsin pasif karakter yüzükcüklere :)

Bunlarda bir havalar bir edalar , kokoş dominantlar oluverir her biri :) Düne kadar kıyıda köşede sinmiş olan onlar değilmiş gibi :p Çok haspa şey bu sonradan görme yüzükler ! :)))

Ama haklarını da yemeyeyim şimdi, sayelerinde güzel bir akşam geçirdim ben de :))

Yine bir milyar gülücüklü ve de bir kaç çiçekli böcekli diy yüzüğe sahip postumu yayınlamış bulunmaktayım işte ! :)

Sevgiler ve de öpücükler kızlar !! ;))

11 Haziran 2012 Pazartesi

İki Darbe Arasında...

Sanırım akrep burcu İskender Pala...
Blogculuğun keyifli yanlarından biri de bu ayrıca, net bilgi vermek durumunda değilsin asla. Gerçekten akrep burcu mu emin değilim yani.Ama aklımda öyle kalmışsa kuvvetle ihtimal öyledir.
Her neyse , neden bununla başladım peki söze ?
Çünkü İskender Pala bu kitabında sadece dönemsel mevzuları siyasi bir dille ele almamış aynı zamanda olayların vuku bulduğu zamanlarda ruhuna kişiliğine akseden yankıları da içli bir dille anlatmış. O kadar sempatik ki anlatırken , tüm o askeri hiyerarşiler , siyasi çalkantılar hiç sıcaklık hissetmemenize rağmen markajınıza alıverdiğiniz konular haline geliyor kitabı okurken.Mesela Denizcilik müzesinde geçirdiği günlerde O'nunla birlikte siz de mutlu oluyorsunuz ya da kıskançlık yüzünden tuvalet sorumlusu bir doçent durumuna getirildiğinde siz de burkuluyorsunuz filan... Kitap iniş çıkışlarla dolu bir askerlik kariyerini anlatmakta esasen.
Lakin genel neticeyi almak istersek bu kitapla ilgili şöyle diyebiliriz : İskender Pala asker olmayı hiç hayal etmemiş ama koşullar bir anda onu ordu içine itivermiş , akabinde de birbirinden sıkıntılı yılı ömür sermayesine katıvermiş. Şiirsel oldu ama böyle :)
Hele eşi ve çocuğuyla bir orduevi gecesi var ki benim bile okurken son derece demoralize olmamı sağladı sağolsun...Ayrıca İskender Pala'nın bu kitaba başlamadan bir gece öncesinde katıldığı Siyaset Meydanı programında Ali Kırca ' ya; ordu içerisindeki herkese ,28 şubat dönemine doğru ilerleyen sancılı günlerde şahsına yaşattıkları tüm sıkıntılar için hakkını helal ettiğini söyleyişi de çok asildi gerçekten.

Kısaca İskender Pala'nın ordu içindeki yıllarını ve canla başla bir şeyler üretmeye çalışmasına karşın ordudan ihraç(!) edilişini anlattığı bir biyografidir bu kitap. Herkesin okuması şiddetle tavsiyedir.

Hala kılığa kıyafete göre insanları kategorize eden , yaftalayan zihniyetler var etrafta. Onlar , ne zaman uyanırlarsa toplumlar medenileşme anlamında kayda değer leveller atlayacak inanıyoruz ki...
Hoşgörü ve saygı egemen olsun insanlığın kalbine Allah aşkına...

Sevgiler dostlar...

Not : Bu arada İskender Pala'nın hissiyatı benimkine çok benzer, bu yüzden de akrep olması çok olası :) Burç olayının üzerinde bu kadar duruşum ondandır yani :P

6 Haziran 2012 Çarşamba

Mutluluk :)

Suratını ekşiterek mutsuzluk söylemleri mırıldanıp durmayı ibadet sayan arkadaşlar var.
Bahar geldi mutsuz,
Elbise aldı pilesi kötü mutsuz,
Çocuğu yaramaz mutsuz,
Kocası çok ilgisiz mutsuz,
Çalışıyor diye mutsuz,
Karısının istekleri bitmiyor mutsuz,
Süt taştı mutsuz,
Kedi atladı mutsuz ...

İnsanoğlu hep ama hep mutsuz !

Oysa akıp giden hayat aslında ne güzel ve her şey ne kadar olması gerektiği gibi. Acılar bile öğretmenliğe soyunmuşsa hayatımızın içinde, onlar bile mutluluk kaynağı değil de ne ?

Her günü sindire sindire yaşarsak mutluluk sebepleriyle dolar taşar her biri oysa...

Bırakın genele yansımış karamsar tabloyu mercek altında tutmayı ,ya da ne kadarını görebileceğimizi bilmediğimiz istikbali planlamayı !
Simyacı misali, günün hatta anın derdine düşün sadece.


O zaman gökteki yıldızlar mutluluk kaynağı , yerdeki koyunlar mutluluk kaynağı , gülen insanlar , ağlayanlar hatta... Yaşamın rutin aksiyonu kendi içinde mutluluk kaynağı...

O zaman ne biliyor musunuz ?


Hiç haberiniz yokken adınıza hazırlanan bir akrostiş şiir mutluluk kaynağı :)

Büyük meseleler için harcadığınız emeğe attığınız ufak bir bakış mutluluk kaynağı :)


Küçük büyük demeden gülüp eğlendiğiniz dostlarınızın tebessümü mutluluk kaynağı :)
Siz hayatın düzenine katıp karışmışken sessizce olgunlaşıp dalında kendini teşhir eden kirazlar mutluluk kaynağı :)
Yolda yürürken 5-10 dakikalığına da olsa sadakatle adımlarınıza eşlik eden dört ayaklı arkadaşın çekimser hali mutluluk kaynağı :)




Ve hiç aklınızda yokken dudağınıza takılıveren o şarkı mutluluk kaynağı :)


İstemsiz sürdürüp gittiğin şey sen bakmayı bilirsen başlı başına mutluluk yumağı ; yakala bir yerinden ve çözümle sadece. Kişisel konforunu muhafaza için harcadığın enerjini bu çözümleme için tahsis et ve meyvelerini afiyetle tüket :)

-Sahiden inanıyor musun buna sen Tazekahve ?

-Sahiden...evet...


Sevgiler dostlar :)