15 Ocak 2014 Çarşamba

Kahve Hikayelerim #3

Ve kahve hikayelerimin 3. sünü post ediyorum sevgili dostlar ! 
Kendi yazdığım bu hikayelerin sunum metinlerinde ne kadar hanımefendi oluyorum fark ettiniz mi ? 
Çünkü size daha önce de söylediğim gibi benim için  ciddi mesele yazmak hadisesi , sululuk götürmez. 
Neyse yine de 5 saniyeyi aşan ciddiyet beni bozar diyerek sizi hikayemle baş başa bırakıyorum. 

Bakalım bu haftakini beğenecek misiniz :)

Çıngıraklı kapıyı açtıktan sonra bir iki adım daha atıp her zaman yaptığı gibi durakladı . Gıcırdayan ahşap zeminin en yıpranmış tahtalarından biri  sağ ayağının altındaydı yine. Selim,  bu dükkana her girişinde tam o noktada durur sonra da  birkaç saniye gözlerini kapatıp etrafı kalp gözüyle seyretmeye bayılırdı . Bu dükkana her girişinde kulaklarında hep  aynı tını , ta uzak doğudan , Asya’dan bir şeyler… Ve kafasının içini güzelleştiren o eşsiz koku. Birbirinden ilginç ve birbirinden gizemli  baharatların , otların , bitki çaylarının  ve hepsinden önemlisi kahvelerin büyülü kokularıyla  ilk girişte bile  terapi sağlayan bir yanı  vardı bu dükkanın. “Evet..” diye fısıldadı o gün yine Selim… “Evet işte bu…”

Gözlerini açtığında Halim usta’nın  tezgahın ilerisinde bir müşteriyle ilgilendiğini gördü.Her  geldiğinde  kahvelerini  içtikleri, tabure üzerine bakır siniden mütevellid  şark köşesine yöneldi sessizce .
İstanbul’a gelişi  bir seneyi   buluyordu Selim’in.Devlet kurumlarından birine memur olarak atanması vesile olmuştu bu şehre  gelmesine. Henüz 20li yaşlarda hayatın başındaydı  ama diğer yaşıtlarından çok farklı bir yapısı vardı O’nun. Yaşamın diğer yaşıtları gibi çözümlenmişcesine  “yaşa gitsin” mantığıyla heba edilmesi fikrine alışamamıştı bir türlü. O’na göre keşfedilmesi gereken bir sürü güzel şey vardı ve her insan “kaşif” olduğu ölçüde mutlu olabilirdi ancak.  

Rastgele bir Pazar gezintisinde keşfetmişti bu dükkanı da. Tam önünden geçerken evde biten Türk kahvesi aklına gelmiş ve almak üzere içeri girdiğinde Halim usta’yla başlattıkları “kahve” üzerine hoş bir söyleşi sonucu oracıkta başlayıvermişti  dostlukları.

Göz ucuyla süzdüğü müşteriyi ilk kez görüyordu bu dükkanda Selim. Keskin hatları olan iyi giyimli orta yaşlarda bir bayandı. Elindeki kağıtta yazılı şeyleri soruyordu Halim usta’ya. O da var ya da yok durumuna bakıyordu. Kesin televizyonlardan birinde  duyduğu “sağlıklı alternatif yaşam “reçetelerinden birinin listesini kaydetmiş  ,şimdi de   onları tedarik  için soluğu bu dükkanda almıştır”  diye tahmin yürüttü Selim. “Giyimi ve duruşu bu dükkana bir daha uğramayacağını haber veriyor “diye geçirdi içinden sonra. Kadın, etrafı tedirgin bakışlarla süzüyor , alacak olduğu malzemelerin saklandığı koşulları sıkı sıkıya soruyor ,hijyen konusunu şansa bırakmak istemiyordu. Şimdi bu kadın , salaş ,  Meksika pançosuna benzer şeyler giymiş çılgın bir gezgin olsaydı muhtemelen bu dükkanın atmosferi O’nu da içine çekip etkisi altına alacaktı… diye düşündü.”Ve  bu tipte biri  taze bir mırra kahvesinin tadını hiç bilmiyordur eminim “diye iç geçirdi sonra.  
Kafasında bu düşünceler gezinirken açılan kapının çıngırağıyla kendine gelen Selim  “saçmalıyorum” diye mırıldanarak kravatını gevşetti , arkasına yaslandı.Çoğunlukla o köşede Halim usta’yı bu şekilde etrafı süzerek beklerdi.Dükkanın en sevdiği  bölümü olan “Türk kahvesi”http://www.e-gurme.com/kahve/taze-turk-kahvesi/ standına bitişik şark köşesinde  huzuru yudumlarken … Sanki ilk kez geliyormuşcasına tahta raflara , cam fanuslara , birbirinden farklı onlarca bitki ve kahve çeşidine dalar giderdi gözleri. Bu dükkanın iç manzarası bir yağlı boya tablosu yapılmak istenseydi çok fazla çeşitte renk gerekirdi diye düşündü. Kırmızı ,yeşil ve sarının birbirinden göz alıcı tonları ,kahverengi ve mürdümün keskinlik kattığı detaylarla daha da egzotik hale geliyordu bu tablo.

Bu arada  Halim usta da  diğer müşterisini  gönderip Selim'in yanına gelmişti bile. “Bugün de mesaiyi tamamladın he Selim” diyerek elini Selim’in dizine vurdu muhabbetle. Selim, evinden çok uzaklardaki bu  İstanbul diyarında  Halim usta’nın sohbetine çok alışmıştı.Bazen düşünüyordu , bu dükkan mı yoksa Halim usta mı ? Hangisi yüzünden müdavim olmuştu bu ufacık mekana ? Sanırım her şey birbirini tamamlıyordu.  Yetmişli yaşlardaki bu sevimli ihtiyar ,  yanaklarına doğru kavisli  şekil verilmiş beyaz bıyıkları , gülerken istemsiz hoplattığı koca göbeği  ,gerek yaşamın içinden gerek okuduğu kitaplardan anlattığı birbirinden ilginç hikayeleri ve  coşku dolu kahkahalarıyla Selim için müthiş bir terapistti. Ayrıca Halim usta’nın bir diğer özelliğiyse  her muhabbetlerinde Selim’in  ruh haline göre bir kahve çeşidiyle mukabele edişiydi . Mesela neşeli bir ruh hali görürse ona Damla Sakızlı Türk kahvesi  pişirip ,keyiflerine keyif katacağını söylerdi.Selim, bitkin ya da moralsiz hissederse kaküleli Türk kahvesiyle kendini daha iyi hissedeceğini telkin ederdi.  Geçenlerde  iş arkadaşlarıyla yaşadığı ufak polemik sonrası biraz sinirli bir halde dükkana kendisini atan Selim’e “Bu iş mırrasız çözülmez” deyip bu sert kahveyi ikram etmiş ve müşterisinin kalbini o gün yeniden fethetmişti Halim Usta. Belki de bu yüzden “usta”ydı. Çünkü o bir kahve satıcısından çok daha fazlasıydı…
-Tamamladık  ustacım…diye yanıtladı Selim.  

-Ee sanki sende “kaküleli kahve”lik bir ruh hali var , yanılıyor muyum ? diye sordu Halim usta.
Kafasını hafif eğerek Selim’in kaçırdığı bakışlarını yakalamak istercesine gözlerinin içine baktı.Selim tebessüm etti.

-Bilmiyorum ustacım… Yani aslında her şey yolunda. Her şey ailemin istediği gibi işte , düzenli bir işim var , gelip gidiyorum filan... Duraksadı Selim, devamını getiremedi. Türk kahvesi  standındaki çeşitlerin renk tonlamalarına daldı. Kimisi siyaha yakın bir koyulukta , kimisi daha açık , kimisi nerdeyse taba renge yakın…

-Memur olmanı yalnızca  ailen mi istedi  ? diye sordu Halim usta.

-Yani evet …onlara göre ve çoğu insana göre bu devirde hayatını kurtarmak yalnızca bir devlet dairesine kapağı atmaktan geçiyor. Ben şu anki yaptığım işle çok alakasız dört yıllık bir fakülteyi bitirdim ama ülke şartları yüzünden ve ailemin garantici tavrı yüzünden memurluk yapabiliyorum sadece. Hayatımı kazanmak için robot gibi her gün yapmam gereken şeyler benden çok  önce tespit edilmiş durumda. Ve düşünsene önümde bu şekilde bitip gidecek nice uzun yıllar var kimbilir. Bunu düşündükçe boğulacak gibi oluyorum. Bazen bu  hayatta daha büyük bir ceza alamazdım herhalde diye düşünüyorum. Abartıyor muyum ?
-En az mırra kahvelik kadar … diye cevapladı Halim usta gülümseyerek.Arkaya yaslanıp rengi bordoya çalan iş önlüğünün kuşaklarını çözdü.

-Diğer yaşıtlarına göre çok farklı bir yapıdasın sen… diye devam etti.Bu kadar ince düşünmesen be oğlum, senin yaşındakiler seninki gibi bir devlet dairesine kapağı atsalar , parayı nerde har vurup harman savursak diye bakarlar ama senin şu düşündüğün şeylere bak…
Karşılıklı gülümsediler.

-Peki bugünün  Türk kahvesi hangisidir ? diye sordu Selim merakla.

-Sanırım Kaküleli’ de ısrar edeceğim. diye cevapladı Halim usta.

-Hayır diyemeyeceğim o halde… diyerek  gülümsedi Selim. Ama bir şartla ! diye ekledi.
Halim usta tam kahveleri pişirmek için yerinden kalkmak üzereydi ki durdu Selim’e baktı.
-Şart mı ? Neymiş ?
-Bugün kahveleri ben pişireceğim usta. Bakalım ben de seni fethedebilecek miyim ?
Gülüştüler. Razı oldu Halim usta ve çıkardığı önlüğü Selim’e uzatırken söylendi:
-Al yine de al , şunu geçir üstüne de beyaz gömleğinle kravatına zeval gelmesin kahvemizden …

Bi süre sonra Selim elinde mis gibi kokan Kakuleli  kahvelerle içeri girdi , Halim usta ve Selim keyifle kahvelerini içtiler değişen şeylerden bahsederken. Değişen zamandan , değişen insanlardan , değişen mekanlardan …

Mevsimler değişti ,yılların  tarihini  gösteren rakamların son haneleri değişti… Selim ve Halim ustanın Türk kahvesi saatleri hiç değişmedi.

Derken bir gün Halim usta Selim’ e dükkanı bir süre kapatması gerektiğini çünkü bir tedaviye başlamak üzere hastaneye yatması gerektiğini anlattı. Kanserdi. Bir süre önce söylemişti Selim’e. Çok üzülmüştü Selim ama yine de Halim usta’yı hep coşkuyla kahkahalar  atarken gördüğü için bu hastalık yokmuş gibi davranıyorlardı ikisi de.Ancak hastalık artık kendisi için özel mesai istiyordu ve yeterdi Halim usta’yı Selim’le paylaştığı...

Günler geçiyordu...Selim , dükkanın önünden geçerken ufak yeşil ahşap kapının üstüne çekili demir parmaklıkları keyifsizce süzüyordu her seferinde. Kendi dilinden anlamayan iş arkadaşları , çoğunlukla borsa , para piyasaları ya da kızlardan mütevellid boş ve anlamsız muhabbetleri… Kendini iyice yalnız hisseder olmuştu Selim. Çok nadir de olsa ara sıra hastanede ziyaret ettiği Halim usta ve okuduğu kitaplar olmasa hiç nefes alamayacaktı belki…

Günlerden bir gün yine O’nu hastaneye ziyarete gitmişti. Oldukça kilo kaybetmiş olan Halim usta beyaz çarşafların içinde yatarken Selim’i görünce gülümsedi keyifle.Selim ellerini tuttu Halim usta’nın, yatağın kenarına ilişirken. “İyi gördüm seni..” dedi yaşlı adama gülümseyerek. Halim usta, ekşitti suratını , gözünü hastane penceresinin ardındaki mavi gökyüzüne döndürürken ağır ağır konuşmaya başladı :
-Bizim bu saatten sonra iyiliğimiz belli işte evlat . Günlerdir Damla sakızlı bir  Türk kahvesine de hasret kaldık bu vicdansızların elinde. Hem… dedi. Duraksadı, gözleri buğulandı.

-Hem ? diye sordu Selim , güçlü olmaya çalışan bir ses tonuyla.

Gözlerini  pencereden alıp Selim’e döndürdü yaşlı adam:
-Hem  dükkana da günlerdir  “kapalı” levhası asılı. Sanırım o dükkan artık tümden kapanacak. Koca çınar sayılır, ne hikayeler geçti içinde , ne kahveler içildi… Gözleri yeniden buğulandı yaşlı adamın.

Selim Halim usta’nın  ellerini çarşafın altına koyarken :
-Sana kaçamak bir Damla sakızlı  Türk kahvesi ayarlayabilirim,karşılıklı keyifle içeriz burda kimse görmeden…  dedi.
-Sahi mi be ? diye sevinçle sordu Halim usta.
-Sahi … diye cevapladı Selim… Ama bir şartla !
Uzun uzun anlattı şartını sonra…

Kepenkler açılmış , bizim sevimli dükkanın çehresi yenilenmiş ama özünden bir şey kaybetmeden yenilenmeyi başarabilmişti. İşte yine o yeşil ahşap kapı ve kapısında yine o tatlı çıngırak sesi. Girip çıkan müşterileri  de  daha bir artmış gibiydi sanki. Hatta zeminin taban döşemesi bile ilk etapta değiştirilmemiş , işçiler tarafından girişteki yerinden  oynamış  tahta bölüm kendisine hatırlatılınca “hayır oranın tamir edilmesini bir süre daha ertelemek istiyorum” diyerek  değiştirilmesine  engel olmuştu yeni sahibi. Evet dükkanı memurluktan istifa eden Selim devralmıştı.Uzun görüşmeler sonucu ailesini buna ikna etmiş ve oğullarının memurlukta mutlu olamadığını gören ailesi de çaresiz bu işe razı olmak zorunda kalmıştı. Ama bu habere en çok sevinen Halim usta olmuştu şüphesiz. O gün hastanede Selim’i heyecanla dinlemiş ve paraya çok da ihtiyacı olmayan yaşlı adam sembolik bir rakamla dükkanı Selim’e devredivermişti. Yıllarca emek verdiği mekan , yine onun değerini anlamış bir yürek tarafından korunup gözetilecekti.

Selim dükkanın kendine has dokusunu hiç bozmadan kahvelerin içildiği kısmı daha da genişletip birkaç masa daha ekledi ve dükkana kafe özelliğini de ekledi. Bunu hayata geçirmesi için kullanabileceği oldukça fazla ölü alan vardı çünkü ve kullandı Selim. İşleri daha da ilerletmek istiyordu ama daha fazla para ya da daha fazla itibar için değil… Daha fazla “keşif” için istiyordu Selim gelişmeyi , daha fazla keşfedilesi yürekle tanışmak için belki…

O sabah cam fanusların kapaklarını silerken kapı çıngırağının sesiyle  başını kaldırdı Selim.Salaş  Meksika pançosuna benzer bir şeyler giymişti kapıda duran genç kız. Yerinden oynamış olan tahtaya basınca önce yer zeminini sonra tüm dükkanı süzdü.İlk defa geldiği bu dükkan onu birdenbire  bambaşka bir aleme ışınlamıştı sanki. Gözlerini kapadı. Uzak doğu’dan bir saz sesi aktı kulaklarına. Birkaç saniye sonra  açtığında Selim’le buluştu gözleri. Genç adamın kendisine gülümsediğini görünce aynısıyla karşılık verdi.

“İşte bi başka kaşif ruh…” diye geçirdi içinden Selim.
Tezgahın yanına yaklaşıp sordu genç kız :
-Mırra kahve bulunur mu sizde ? 



 Sevgiler olsun dostlar , haftaya yeni hikayede buluşmak üzere :)

10 yorum:

  1. Hikayeniz yine çok güzel zevkle okudum sevgiler...

    YanıtlaSil
  2. çok güzel bir hikaye.
    Bugün TV de mırra yı tanıtıyordu (pişirilişi,sunumu çok ilginçti)bir program kız bir yudum içti ağzı yüzü birbirine karıştı:)) çok sert olduğundan bahsetti.Fincana koyulan mırra önce birkaç kez çalkalanır sonra içilirmiş bir yudumluk bir servis ve arka arkaya iki kez ikram edilirmiş.
    tadını çıkara çıkara bir yudumu minicik yudumlarla içilecekmiş. çok hoşuma gitti üzerine herkes kendince hikaye yazabilir hayatı aceleye almamak lazım tadını çıkara çıkara sinsire sindire içine nefes alır gibi,kıymet bilerek...
    işteee kahve deyip geçilmeyecek:)))
    (Tüm imla eksiğim için kusura bakma tatlım)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ablacım ne güzel yaptın mırrayı bize detaylandırdın :) Çok iyi oldu bu bence :) Çok sert bir kahve olduğunu ve az miktarda içilmesi gerektiğini biliyordum da diğer detayları bilmiyorduk tabi ;)) Merak ediyorum ben de içmedim hala bu arada :) Hayatı sindire sindire tadını çıkara çıkara içmek lazım gibi aynı mırra gibi katılıyorum sana :) Ve çok öpüyorum , imlada sıkıntı yok ;))

      Sil
  3. Sondan başlayıp öykülere geriye doğru gidiyorum, harika yazıyorsunuz bence :) Bu yeteneği değerlendirin bence.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler efendim , keyifle okunsun inşaallah :)

      Sil
  4. Yüreğinize ve ağzınıza sağlık:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ediyorum ismi güzel kendi güzel hanımefendi :))

      Sil

Sen de yaz bişeyler...