Ve kahve hikayelerimin 3. sünü post ediyorum sevgili dostlar !
Kendi yazdığım bu hikayelerin sunum metinlerinde ne kadar hanımefendi oluyorum fark ettiniz mi ?
Çünkü size daha önce de söylediğim gibi benim için ciddi mesele yazmak hadisesi , sululuk götürmez.
Neyse yine de 5 saniyeyi aşan ciddiyet beni bozar diyerek sizi hikayemle baş başa bırakıyorum.
Bakalım bu haftakini beğenecek misiniz :)
Çıngıraklı kapıyı açtıktan sonra bir iki adım daha atıp her
zaman yaptığı gibi durakladı . Gıcırdayan ahşap zeminin en yıpranmış
tahtalarından biri sağ ayağının
altındaydı yine. Selim, bu dükkana her girişinde
tam o noktada durur sonra da birkaç saniye gözlerini kapatıp etrafı kalp gözüyle seyretmeye bayılırdı . Bu dükkana her
girişinde kulaklarında hep aynı tını ,
ta uzak doğudan , Asya’dan bir şeyler… Ve kafasının içini güzelleştiren o eşsiz
koku. Birbirinden ilginç ve birbirinden gizemli
baharatların , otların , bitki çaylarının ve hepsinden önemlisi kahvelerin büyülü
kokularıyla ilk
girişte bile terapi sağlayan bir yanı vardı bu dükkanın. “Evet..” diye fısıldadı o
gün yine Selim… “Evet işte bu…”
Gözlerini açtığında Halim usta’nın tezgahın ilerisinde bir müşteriyle
ilgilendiğini gördü.Her geldiğinde kahvelerini içtikleri, tabure üzerine bakır siniden
mütevellid şark köşesine yöneldi
sessizce .
İstanbul’a gelişi bir
seneyi buluyordu Selim’in.Devlet
kurumlarından birine memur olarak atanması vesile olmuştu bu şehre gelmesine. Henüz 20li yaşlarda hayatın
başındaydı ama diğer yaşıtlarından çok
farklı bir yapısı vardı O’nun. Yaşamın diğer yaşıtları gibi
çözümlenmişcesine “yaşa gitsin”
mantığıyla heba edilmesi fikrine alışamamıştı bir türlü. O’na göre keşfedilmesi
gereken bir sürü güzel şey vardı ve her insan “kaşif” olduğu ölçüde mutlu
olabilirdi ancak.
Rastgele bir Pazar gezintisinde keşfetmişti bu dükkanı da.
Tam önünden geçerken evde biten Türk kahvesi aklına gelmiş ve almak üzere içeri
girdiğinde Halim usta’yla başlattıkları “kahve” üzerine hoş bir söyleşi sonucu
oracıkta başlayıvermişti dostlukları.
Göz ucuyla süzdüğü müşteriyi
ilk kez görüyordu bu dükkanda Selim. Keskin hatları olan iyi giyimli orta
yaşlarda bir bayandı. Elindeki kağıtta yazılı şeyleri soruyordu Halim usta’ya.
O da var ya da yok durumuna bakıyordu. Kesin televizyonlardan birinde duyduğu “sağlıklı alternatif yaşam “reçetelerinden
birinin listesini kaydetmiş ,şimdi de onları tedarik için soluğu bu dükkanda almıştır” diye tahmin yürüttü Selim. “Giyimi ve duruşu
bu dükkana bir daha uğramayacağını haber veriyor “diye geçirdi içinden sonra.
Kadın, etrafı tedirgin bakışlarla süzüyor , alacak olduğu malzemelerin
saklandığı koşulları sıkı sıkıya soruyor ,hijyen konusunu şansa bırakmak
istemiyordu. Şimdi bu kadın , salaş , Meksika pançosuna benzer şeyler giymiş çılgın
bir gezgin olsaydı muhtemelen bu dükkanın atmosferi O’nu da içine çekip etkisi
altına alacaktı… diye düşündü.”Ve bu
tipte biri taze bir mırra kahvesinin
tadını hiç bilmiyordur eminim “diye iç geçirdi sonra.
Kafasında bu düşünceler gezinirken açılan
kapının çıngırağıyla kendine gelen Selim
“saçmalıyorum” diye mırıldanarak kravatını gevşetti , arkasına yaslandı.Çoğunlukla o köşede Halim usta’yı bu şekilde etrafı süzerek beklerdi.Dükkanın en sevdiği bölümü olan “Türk kahvesi”http://www.e-gurme.com/kahve/taze-turk-kahvesi/ standına bitişik şark köşesinde huzuru yudumlarken … Sanki ilk
kez geliyormuşcasına tahta raflara , cam fanuslara , birbirinden farklı onlarca
bitki ve kahve çeşidine dalar giderdi gözleri. Bu dükkanın iç manzarası bir
yağlı boya tablosu yapılmak istenseydi çok fazla çeşitte renk gerekirdi diye
düşündü. Kırmızı ,yeşil ve sarının birbirinden göz alıcı tonları ,kahverengi ve
mürdümün keskinlik kattığı detaylarla daha da egzotik hale geliyordu bu tablo.
Bu arada Halim usta da
diğer müşterisini gönderip Selim'in yanına
gelmişti bile. “Bugün de mesaiyi tamamladın he Selim” diyerek elini Selim’in
dizine vurdu muhabbetle. Selim, evinden çok uzaklardaki bu İstanbul diyarında Halim usta’nın sohbetine çok alışmıştı.Bazen
düşünüyordu , bu dükkan mı yoksa Halim usta mı ? Hangisi yüzünden müdavim
olmuştu bu ufacık mekana ? Sanırım her şey birbirini tamamlıyordu. Yetmişli yaşlardaki bu sevimli ihtiyar , yanaklarına doğru kavisli şekil verilmiş beyaz bıyıkları , gülerken
istemsiz hoplattığı koca göbeği ,gerek
yaşamın içinden gerek okuduğu kitaplardan anlattığı birbirinden ilginç
hikayeleri ve coşku dolu kahkahalarıyla
Selim için müthiş bir terapistti. Ayrıca Halim usta’nın bir diğer
özelliğiyse her muhabbetlerinde
Selim’in ruh haline göre bir kahve
çeşidiyle mukabele edişiydi . Mesela neşeli bir ruh hali görürse ona Damla
Sakızlı Türk kahvesi pişirip
,keyiflerine keyif katacağını söylerdi.Selim, bitkin ya da moralsiz hissederse
kaküleli Türk kahvesiyle kendini daha iyi hissedeceğini telkin ederdi. Geçenlerde
iş arkadaşlarıyla yaşadığı ufak polemik sonrası biraz sinirli bir halde
dükkana kendisini atan Selim’e “Bu iş mırrasız çözülmez” deyip bu sert kahveyi
ikram etmiş ve müşterisinin kalbini o gün yeniden fethetmişti Halim Usta. Belki
de bu yüzden “usta”ydı. Çünkü o bir kahve satıcısından çok daha fazlasıydı…
-Tamamladık
ustacım…diye yanıtladı Selim.
-Ee sanki sende “kaküleli kahve”lik bir ruh hali var ,
yanılıyor muyum ? diye sordu Halim usta.
Kafasını hafif eğerek Selim’in
kaçırdığı bakışlarını yakalamak istercesine gözlerinin içine baktı.Selim
tebessüm etti.
-Bilmiyorum ustacım… Yani aslında her şey yolunda. Her şey
ailemin istediği gibi işte , düzenli bir işim var , gelip gidiyorum filan...
Duraksadı Selim, devamını getiremedi. Türk kahvesi standındaki çeşitlerin renk tonlamalarına
daldı. Kimisi siyaha yakın bir koyulukta , kimisi daha açık , kimisi nerdeyse
taba renge yakın…
-Memur olmanı yalnızca ailen mi istedi ? diye sordu Halim usta.
-Yani evet …onlara göre ve çoğu insana göre bu devirde
hayatını kurtarmak yalnızca bir devlet dairesine kapağı atmaktan geçiyor. Ben
şu anki yaptığım işle çok alakasız dört yıllık bir fakülteyi bitirdim ama ülke
şartları yüzünden ve ailemin garantici tavrı yüzünden memurluk yapabiliyorum
sadece. Hayatımı kazanmak için robot gibi her gün yapmam gereken şeyler benden
çok önce tespit edilmiş durumda. Ve
düşünsene önümde bu şekilde bitip gidecek nice uzun yıllar var kimbilir. Bunu
düşündükçe boğulacak gibi oluyorum. Bazen bu hayatta daha büyük bir ceza alamazdım herhalde
diye düşünüyorum. Abartıyor muyum ?
-En az mırra kahvelik kadar … diye cevapladı Halim usta
gülümseyerek.Arkaya yaslanıp rengi bordoya çalan iş önlüğünün kuşaklarını
çözdü.
-Diğer yaşıtlarına göre çok farklı bir yapıdasın sen… diye
devam etti.Bu kadar ince düşünmesen be oğlum, senin yaşındakiler seninki gibi
bir devlet dairesine kapağı atsalar , parayı nerde har vurup harman savursak
diye bakarlar ama senin şu düşündüğün şeylere bak…
Karşılıklı gülümsediler.
-Peki bugünün Türk
kahvesi hangisidir ? diye sordu Selim merakla.
-Sanırım Kaküleli’ de ısrar edeceğim. diye cevapladı Halim
usta.
-Hayır diyemeyeceğim o halde… diyerek gülümsedi Selim. Ama bir şartla ! diye
ekledi.
Halim usta tam kahveleri pişirmek için yerinden kalkmak
üzereydi ki durdu Selim’e baktı.
-Şart mı ? Neymiş ?
-Bugün kahveleri ben pişireceğim usta. Bakalım ben de seni
fethedebilecek miyim ?
Gülüştüler. Razı oldu Halim usta ve çıkardığı önlüğü Selim’e
uzatırken söylendi:
-Al yine de al , şunu geçir üstüne de beyaz gömleğinle
kravatına zeval gelmesin kahvemizden …
Bi süre sonra Selim elinde mis gibi kokan Kakuleli kahvelerle içeri girdi , Halim usta ve Selim
keyifle kahvelerini içtiler değişen şeylerden bahsederken. Değişen zamandan ,
değişen insanlardan , değişen mekanlardan …
Mevsimler değişti ,yılların tarihini gösteren rakamların son haneleri değişti…
Selim ve Halim ustanın Türk kahvesi saatleri hiç değişmedi.
Derken bir gün Halim usta Selim’ e dükkanı bir süre
kapatması gerektiğini çünkü bir tedaviye başlamak üzere hastaneye yatması
gerektiğini anlattı. Kanserdi. Bir süre önce söylemişti Selim’e. Çok üzülmüştü
Selim ama yine de Halim usta’yı hep coşkuyla kahkahalar atarken gördüğü için bu hastalık yokmuş gibi
davranıyorlardı ikisi de.Ancak hastalık artık kendisi için özel mesai istiyordu
ve yeterdi Halim usta’yı Selim’le paylaştığı...
Günler geçiyordu...Selim , dükkanın önünden geçerken ufak yeşil ahşap kapının üstüne çekili demir parmaklıkları keyifsizce süzüyordu her seferinde. Kendi
dilinden anlamayan iş arkadaşları , çoğunlukla borsa , para piyasaları ya da
kızlardan mütevellid boş ve anlamsız muhabbetleri… Kendini iyice yalnız
hisseder olmuştu Selim. Çok nadir de olsa ara sıra hastanede ziyaret ettiği
Halim usta ve okuduğu kitaplar olmasa hiç nefes alamayacaktı belki…
Günlerden bir gün yine O’nu hastaneye ziyarete gitmişti.
Oldukça kilo kaybetmiş olan Halim usta beyaz çarşafların içinde yatarken
Selim’i görünce gülümsedi keyifle.Selim ellerini tuttu Halim usta’nın, yatağın
kenarına ilişirken. “İyi gördüm seni..” dedi yaşlı adama gülümseyerek. Halim
usta, ekşitti suratını , gözünü hastane penceresinin ardındaki mavi gökyüzüne döndürürken ağır ağır
konuşmaya başladı :
-Bizim bu saatten sonra iyiliğimiz belli işte evlat . Günlerdir
Damla sakızlı bir Türk kahvesine de
hasret kaldık bu vicdansızların elinde. Hem… dedi. Duraksadı, gözleri
buğulandı.
-Hem ? diye sordu Selim , güçlü olmaya çalışan bir ses
tonuyla.
Gözlerini pencereden
alıp Selim’e döndürdü yaşlı adam:
-Hem dükkana da
günlerdir “kapalı” levhası asılı.
Sanırım o dükkan artık tümden kapanacak. Koca çınar sayılır, ne hikayeler geçti
içinde , ne kahveler içildi… Gözleri yeniden buğulandı yaşlı adamın.
Selim Halim usta’nın ellerini çarşafın altına koyarken :
-Sana kaçamak bir Damla sakızlı Türk kahvesi
ayarlayabilirim,karşılıklı keyifle içeriz burda kimse görmeden… dedi.
-Sahi mi be ? diye sevinçle sordu Halim usta.
-Sahi … diye cevapladı Selim… Ama bir şartla !
Uzun uzun anlattı şartını sonra…
Kepenkler açılmış , bizim sevimli dükkanın çehresi
yenilenmiş ama özünden bir şey kaybetmeden yenilenmeyi başarabilmişti. İşte
yine o yeşil ahşap kapı ve kapısında yine o tatlı çıngırak sesi. Girip çıkan
müşterileri de daha bir artmış gibiydi sanki. Hatta zeminin
taban döşemesi bile ilk etapta değiştirilmemiş , işçiler tarafından girişteki
yerinden oynamış tahta bölüm kendisine hatırlatılınca “hayır
oranın tamir edilmesini bir süre daha ertelemek istiyorum” diyerek değiştirilmesine engel olmuştu yeni sahibi. Evet dükkanı
memurluktan istifa eden Selim devralmıştı.Uzun görüşmeler sonucu ailesini buna
ikna etmiş ve oğullarının memurlukta mutlu olamadığını gören ailesi de çaresiz
bu işe razı olmak zorunda kalmıştı. Ama bu habere en çok sevinen Halim usta
olmuştu şüphesiz. O gün hastanede Selim’i heyecanla dinlemiş ve paraya çok da
ihtiyacı olmayan yaşlı adam sembolik bir rakamla dükkanı Selim’e
devredivermişti. Yıllarca emek verdiği mekan , yine onun değerini anlamış bir
yürek tarafından korunup gözetilecekti.
Selim dükkanın kendine has dokusunu hiç bozmadan kahvelerin
içildiği kısmı daha da genişletip birkaç masa daha ekledi ve dükkana kafe
özelliğini de ekledi. Bunu hayata geçirmesi için kullanabileceği oldukça fazla
ölü alan vardı çünkü ve kullandı Selim. İşleri daha da ilerletmek istiyordu ama
daha fazla para ya da daha fazla itibar için değil… Daha fazla “keşif” için
istiyordu Selim gelişmeyi , daha fazla keşfedilesi yürekle tanışmak için belki…
O sabah cam fanusların kapaklarını silerken kapı
çıngırağının sesiyle başını kaldırdı
Selim.Salaş Meksika pançosuna benzer bir
şeyler giymişti kapıda duran genç kız. Yerinden oynamış olan tahtaya basınca
önce yer zeminini sonra tüm dükkanı süzdü.İlk defa geldiği bu dükkan onu birdenbire bambaşka bir aleme ışınlamıştı sanki. Gözlerini kapadı. Uzak doğu’dan bir saz
sesi aktı kulaklarına. Birkaç saniye sonra
açtığında Selim’le buluştu gözleri. Genç adamın kendisine gülümsediğini
görünce aynısıyla karşılık verdi.
“İşte bi başka kaşif ruh…” diye geçirdi içinden Selim.
Tezgahın yanına yaklaşıp sordu genç kız :
Tezgahın yanına yaklaşıp sordu genç kız :
-Mırra kahve bulunur mu sizde ?
süperrr
YanıtlaSilTeşekkürler Nilgün'cüm :)
SilHikayeniz yine çok güzel zevkle okudum sevgiler...
YanıtlaSilÖzgen'cim çok sağol :)
Silçok güzel bir hikaye.
YanıtlaSilBugün TV de mırra yı tanıtıyordu (pişirilişi,sunumu çok ilginçti)bir program kız bir yudum içti ağzı yüzü birbirine karıştı:)) çok sert olduğundan bahsetti.Fincana koyulan mırra önce birkaç kez çalkalanır sonra içilirmiş bir yudumluk bir servis ve arka arkaya iki kez ikram edilirmiş.
tadını çıkara çıkara bir yudumu minicik yudumlarla içilecekmiş. çok hoşuma gitti üzerine herkes kendince hikaye yazabilir hayatı aceleye almamak lazım tadını çıkara çıkara sinsire sindire içine nefes alır gibi,kıymet bilerek...
işteee kahve deyip geçilmeyecek:)))
(Tüm imla eksiğim için kusura bakma tatlım)
Ablacım ne güzel yaptın mırrayı bize detaylandırdın :) Çok iyi oldu bu bence :) Çok sert bir kahve olduğunu ve az miktarda içilmesi gerektiğini biliyordum da diğer detayları bilmiyorduk tabi ;)) Merak ediyorum ben de içmedim hala bu arada :) Hayatı sindire sindire tadını çıkara çıkara içmek lazım gibi aynı mırra gibi katılıyorum sana :) Ve çok öpüyorum , imlada sıkıntı yok ;))
SilSondan başlayıp öykülere geriye doğru gidiyorum, harika yazıyorsunuz bence :) Bu yeteneği değerlendirin bence.
YanıtlaSilÇok teşekkürler efendim , keyifle okunsun inşaallah :)
SilYüreğinize ve ağzınıza sağlık:))
YanıtlaSilÇok teşekkür ediyorum ismi güzel kendi güzel hanımefendi :))
Sil