28 Ocak 2014 Salı

Kahve Hikayelerim #5

Yeni bir hikayeyle merhaba hepinize dostlar ! :) 

2014 hayatıma fırtına gibi hızlı girdi açıkçası. Başladı başlayalı bi seyahatler bi yerinde duramamalar bi yeni yeni insanlarla tanışmalar  :) Bugün facebook duvarıma da yazdığım gibi bu yılı "yolculuklar yılı" ilan ediyorum kendimce. Hem içsel hem de fiziğimle yaptığım yolculukların yılı :) Hep istediğim bir  Venedik gezisi de bu yıla kısmettir inşaallah diye de ekliyorum ayrıca  :) Neden olmasın kii  ? 

Neyse yolculuklar devam eder ama yeni hikayelerin yazılmasına engel değildir bu. Hatta dere tepe dolaşırken yazmaktan daha da zevk aldığımı bile söyleyebilirim :) 

Bu hafta sizler için  hikayeme biraz melankoli serpiştirdim yine. Ee..  duygularınızla vahşice oynamaktan zevk alıyorsam ben ne yapabilirim ki ? : P  Neyse efendim gevezelik bir yana  şimdi   "busıness tıme" deyip yüksek gökdelenlerden birine çıkartıyorum  hepinizi. 

Siz hazır mısınız peki ? :)


2000’li yıllar…

Asansörden çıkmadan önce duvarı kaplayan  boydan aynaya son kez   bakıp yakasını düzeltti, jilet gibi ütülenmiş füme rengi  gömleğinin siyah taşlı kol düğmelerini sıkıştırdı. Saçları briyantinle arkaya doğru taranmış, takım elbisenin siyahına yakın bir canlılıkta parlıyordu.Beyaz cildi ve düzgün yüz hatlarıyla bir yöneticiden çok podyumdan fırlamış bir manken gibi görünüyordu. Aslına bakarsanız   Andy Garcıa’ nın  The Godfather  sinema serisindeki Vincent Mancini karakteri film setini bırakıp bu kente yerleşmiş, sonra da  bu şirketin genel müdürü  olarak çalışmaya başlamış sanabilirdiniz O’nu görünce …

Kentin  güney tarafını  tepeden gören otuz altıncı  kattaki şirket yönetim bölümüne  çıktığında  asansör kapısı açılır açılmaz hızlı adımlarla ofisine yöneldi.Karşısına çıkan bayan çalışanların  hayran bakışlarla kendisine gülümsemesi , erkek çalışanların ise ceketlerini ilikleyerek saygı duruşuna geçmeleri   her gün karşılaştığı şeylerdendi… Ofisinin önündeki konuk ağırlama  bölümünde  bulunan yönetici asistan kız ,  Kerim’i karşıdan görür görmez ayağa fırladı, masasının üzerindeki bloknotu eline aldı . Masasına yaklaşan Kerim’ e  yapmacık bir saygı ifadesiyle gülümseyerek “Hoşgeldiniz Kerim bey” dedi. Kerim tarafından geçiştirilmiş bir mimik işaretiyle karşılık aldıktan sonra konuşmaya başladı. Bu sırada Kerim önde o arkada ofise doğru yürüyorlardı.
-Efendim saat 10 da iş ortaklarınız aylık bütçe görüşmeleri için gelecekler. Saat 11 30 da birkaç gün önceden randevu verdiğimiz fakir öğrenciler yararına çalışan Gönülbağı  derneği yetkililerini kabul edeceksiniz. Öğleden sonra da yeni pazar kaynaklarını görüşmek üzere  Ar- ge bölümüyle konferans salonunda düzenlenen toplantıya katılacaksınız.

Asistan kızı  hızlı adımlar eşliğinde ve tepkisiz dinleyen Kerim ofisinin kapısına geldiklerinde kapıyı açıp içeri girdi. O esnada   arkasına dönüp “Masamda mı ?” diye sordu . Neyin sorulduğunu  hemen anlayan asistan “ Evet efendim, az önce bıraktım ve her zamanki gibi tek şekerli.” Diyerek kapıyı çekip dışarı çıktı. Ceketini çıkarıp askıya asan Kerim evrak çantasını masaya bıraktı. Döner koltuğuna otururken masasının üzerinde duran sıcak  nescafesini eline aldı. Başını koltuğun arkasına yaslayıp yönünü cam duvarların oraya döndü. Şehrin tüm manzarası ayaklarının altında sayılırdı. Her yeni iş gününe bu şekilde başlamayı alışkanlık haline getirmişti ve “tek şekerli  nescafe” sabahlarının terk edemediği bir  diğer alışkanlığıydı…
Bir önceki kış İsviçre’ye yaptığı  iş gezisinde ülkenin gözde mağazalarının  birinden aldığı cam üzerine yaldızlı motiflerin işlendiği  nescafe http://www.e-gurme.com/kahve/cozunebilir-kahve/bardağını ellerinin arasında yuvarlıyordu. Bir taraftan  kafasının içinde günün akışı başlamıştı bile. Tam o esnada çalan ofis  telefonunun  sesiyle masasına doğru döndü ve telefonda asistanın ışığının yandığını  gördü. Düğmeye bastı :
-Ne var ?
-Efendim , satış pazarlama kadrosunda geçen hafta oluşan boşluk için iş görüşmesine gelen biri var. İnsan kaynakları  son aşamada sizin görüşmenizi istemiş…
Diğer randevulara kadar bir miktar zamanı vardı ve kısa bir görüşmeye vakit ayırabileceğini düşündü.Nescafesini  masasına bırakırken telefonda kendisinden cevap bekleyen asistanına komut verdi :
-Gönder…

80’li yıllar…

Lisenin son yılı... 
Her gün akşamüzeri  ders bitiminin ardından evlerde buluşmayı alışkanlık haline getirmişti Teoman ve arkadaşları. Kendi aralarında iyi anlaşan bir gurup genç, okuldan birlikte çıkıyor ve çoğunlukla Teoman’ların evinde olmak üzere toplanıp müzik yapıyor , film izliyor , zamanın öne çıkan isimlerinden  bahsedip vakit  öldürüyorlardı. Teoman, içlerinde maddi durumu en iyi olan gençti ve onların evinde geçirilen her vakit bolca atıştırmalık ve bolca içecek demekti. Bu yüzden kendisini poh pohlayan genişçe bir arkadaş kesiminin  markajındaydı sürekli.
Okulun çıkış zilinin çalmasıyla ana kapıya  yönelen öğrenci selinin arasında Teoman ve arkadaşları  o gün yine kendi aralarında buluşma planı yapıyorlardı. 
-Hey Teo!  bugün yine sizdeymişiz doğru mu ! diye seslendi arkada kalmış öğrencilerden biri . 
Öndeki arkadaş gurubuyla ilerleyen Teoman, kendisine seslenen arkadaşına cevap vermek için döndü  baktı, -Evet bizdeyiz , bizi takip et ana kapıda buluşalım ! diye seslendi O’na.

Tam o esnada  sınıfın  en fakir en sessiz öğrencisine gözü ilişti.O ,kendi halinde sessiz sessiz yürüyordu.  Okula geleli birkaç ay olmuştu. Babası yoktu. Annesinin gündeliğe gittiği paralarla hayatlarını devam ettirdiklerini biliyordu. Derslerde sessiz olmasına karşın ders notlarının yüksek olması Teoman’ın dikkatini çekmişti. Başı önünde kimseyle konuşmadan yürüyen bu yeni arkadaşına sordu Teoman:
-Sen de bize katılmak ister misin ?

Kendisine sorulan soruya  inanamadı sorunun muhatabı. Çekimser bakışlarla etrafına bakındı. Kendisinden bahsedildiğine ihtimal vermez halde soruya başka birinin cevap vermesini bekledi. “Sana diyorum “ diye gözlerinin içine bakarak hedefi netleştirdi  Teoman. “Arkadaşlarla bizim evde biraz vakit geçireceğiz , sen de gel , biraz değişiklik iyi gelir.” Diyerek devam etti.Şaşkınlık içinde bakakalmış haldeyken nasıl olduysa “Peki” deyiverdi yeni öğrenci . Aslında böylesi toplantıları bırak, okulda bile çok fazla diyalog kurmaktan imtina ettiği bu kişilere neden hayır dememişti ki ? Hiç beklemediği bu teklife karşın hazırlamış olduğu cepte hazır bir bahanesi olmadığından belki.. Teoman yeni arkadaşına “ Hadi bizi takip et o halde “ diyerek çıkışa yöneldiğinde  yanındaki arkadaş gurubundan biri “O da mı bizimle geliyor ? “ diye sordu rahatsız olmuşcasına . “Evet” diye cevapladı Teoman. Tadı kaçmıştı soruyu soran arkadaşın. Tadı kaçan tek o değildi , diğer bazı arkadaşları ve daha da önemlisi bu sürpriz misafir de kendisine yönelik bu tavrı hissettiğinden tadı kaçanlar arasındaydı…

2000’li yıllar…

Kapının açılmasıyla içeri giren adam gözüne hiç yabancı gelmedi Kerim’in.Orta boylarda , saçlarının büyük bir kısmı dökülmüş ama cam gibi parlak gözleriyle tüm fiziğine rağmen farklı bir enerjisi vardı.Bakışları Kerim’in geçmişinden haberler getiriyor gibi aşina bakıyordu adeta. “ Buyrun geçin lütfen” diyerek  yer gösterdi  Kerim. Teşekkür ederek gösterilen koltuğa oturdu adam.

-Daha önce satış pazarlama tecrübeniz var mı ? diyerek konuya bir an önce girmek istedi Kerim.

-Kendi şirketimde satış pazarlama faaliyetlerini de bizzat ben yürütüyordum…diye söze başladı adam.  Bazı  kampanyalar ve etkinlikler yardımıyla satış grafiğinde kayda değer sıçramalar yaşamıştık.diye devam etti. 

-Güzel .. diye karşılık verdi Kerim. Sektör ? diye sordu sonra.

-Granül kahve / nescafe ticareti… diye cevap verdi adam.
-Bu arada ne içersiniz ? diye sordu.  “ Nescafe , az sütlü …” diye cevap verdi adam. Asistanına nescafeleri sipariş ettikten sonra iş görüşmesine dair diğer teknik soruları da hızlıca  ardı ardına sıraladı Kerim. Hepsini  de sade ve kısa anlatımlarla cevapladı muhatabı. İçeri giren görevlinin  elinde tek bir nescafe vardı. Tepsideki nescafeyi misafire servis  ettikten sonra Kerim’in masasındaki cam bardağı alan görevli bir süre sonra Kerim’in bardağını da nescafeyle dolu vaziyette geri getirdi.Yanında tek şeker vardı. 

-Sanırım bardağınızla aranızda bir sadakat anlaşması söz konusu .. diyerek gülümsedi adam Kerim’e.

Beklenmedik bu yorum önce şaşırttı Kerim’i. Karşısındaki sıcak gülümsemesiyle hiç de yabancı görünmeyen muhatabına: 
-Gençlikten kalma bir alışkanlık , cam dışında bir bardakta içemiyorum kahvemi. diyerek açıklama gereği duydu. Ve yine beklenmedik bir cevapla iyice şaşırdı  :
-Cam olmalı daima elindeki fincan, çünkü ne içtiğini görmeli insan.  
Kerim , bu cevapla lise yıllarına ışınlanmış gibi oldu ve bakakaldı bir süre. Bu sabahın  sürpriz konuğu kendisine gülümser şekilde bakmaya devam ediyordu. Bakışlarıyla Kerim’e anımsatamadığı kesişen  geçmişlerini son cümlesiyle hatırlatmış   gibiydi. Kerim nescafesini elinden bırakıp , tam olarak adamın gözlerinin içine baktı ve sordu :
-Adınız ne demiştiniz ?
-Teoman.

80 li yıllar…

O gün Teoman’ların evi, sürpriz misafir  fakir gencin gözüne saray gibi gelmişti. Hizmetçileri olan ve  giriş kapısıyla bahçe kapısı arasında bu kadar uzun mesafenin var olduğu bir eve ilk kez  konuk olarak geliyordu. Diğer gençlerin  ortama alışık olmaları, her zamanki züppe tavırlarıyla bol kahkahalı halleri ve istenmediğini belli ettikleri yeni misafirlerine iğneli sözleri O'nun  terledikçe terlemesine neden olmuştu. Sıkıntısı arttıkça buraya gelmeyi neden kabul ettiğini sorgulayıp duruyordu içinden.Ama nafile , olmuştu bir kere... 

Teoman , yeni arkadaşının sıkıldığını görünce O’nu biraz rahatlatmak adına “Gel sana evi gezdireyim biraz” diyerek ortamdan koparmak istedi. Balıklama atladı bu teklife bizim fakir genç. Pejmurde kılığı , omuzları düşük haliyle kös kös Teoman’nın peşine takıldı. Salonun ortasına inen ahşap oymalı merdivenlerden Teoman önde o arkada çıkarlarken alt kattaki  gençlerden biri arkalarından sesleniyordu :
-Bizi hiç böyle ev turuna çıkarmamıştın ama Teo ! Alacağın olsun bakalım…

Arkalarında gülüşmeleri bırakıp üst kata çıktı Teoman ve yeni arkadaşı. Teoman büyük ve kahverengi bir ahşap kapının önünde durup , arkadaşına döndü :
-Seni babamın kütüphanesiyle tanıştırayım ilk olarak. Aslında buraya girmemden pek hoşlanmaz ama ben O olmadığı zamanlarda sık sık bu odayı ziyaret ederim… diyerek hınzırca gülümsedi.

İçeri girdiklerinde tüm duvarı kaplamış onlarca kitabın raflardaki duruşuna hayran oldu yeni misafir. Onları hayran hayran süzerken Teoman babasının masasına geçti ve arkadaşına sordu “Nescafe içer misin ?” Olumlu yanıtın ardından duvar kenarındaki konsolun içinden  iki cam bardak çıkardı Teoman.Cam bardaklar gümüş işlemeli ve saplı yuvalar içine oturtulmuştu ve bizim çekimser konuk ilk kez bu kadar güzel bardaklar içinde nescafe içecekti belki de.  Diğer yandan anlatmaya devam ediyordu Teoman :
-Babam nescafe , granül kahve ticaretiyle uğraşır. O yüzden masasında daima biraz numune bulunur . Biliyor musun bu bardakları da geçtiğimiz yaz gittiği Malezya gezisinden dönüşte almış. Antika değeri varmış bunların. El işlemesiymiş sanırım. Ne zaman babamın odasına gelsem bunlarda nescafe içmeye bayılırım ama çoğu zaman babamın bundan pek haberi olmaz … diyerek ikinci hınzır gülüşü yaydı yüzüne.

Günün sürpriz konuğu , burada,  bu kütüphane odasında, tüm o alt kattaki sesler ve alaylı ifadelerden uzakta ,oldukça rahatlamıştı . Ayrıca Teoman da son derece samimi biriydi ve ilk kez bir sınıf arkadaşına bu kadar ısındığını hissediyordu. Oturduğu deri koltukta yavaşça sırtını geriye dayadı. Gözleriyle kitapları tek tek gezindi adeta. Günün birinde böylesi bir kütüphaneye sahip olmayı ne çok istediğini fark etti. Elindeki  gümüş saplı  antika bardaktaki nescafesine bakarak gülümsedi ve konuştu :
-Nescafeyi ilk kez bir cam bardakta içiyorum… Sanırım porselen olanlarına fazla alışmışız ..dedi gülümseyerek .”Sorma “ diye karşılık verdi Teoman . 
Yerinden kalkıp arkadaşının  yanına oturdu , bir eline aldığı nescafe bardağını havaya kaldırdı diğer eliyle arkadaşının sırtına hafifçe vururken yüksek bir sesle söyleyiverdi :
- Cam olmalı daima elindeki fincan, çünkü ne içtiğini görmeli insan ! Nasıl kafiye ama nasıl ?!  Gülüştüler ikisi de. Gülmeye devam ederken birden durdu Teoman  ve sordu :
-Peki ama  sen hala ismini söylemedin  bize , adın nedir senin  arkadaşım ?
-Kerim… Dedi fakir genç, cam bardağındaki nescafesinden bir yudum daha içerken ;
Kerim benim adım…

2000’li yıllar…

-Teoman sen misin gerçekten ?  diye ayağa fırladı Kerim coşkuyla … Sorduğu soru sadece formalite icabıydı . Biliyordu kesin O’ydu. Geçmişten akıp gelen bakışlar , o samimi gülümseyiş  ve nescafeyi cam bardak dışında bir bardaktan içemeyişine vesile olan o kafiyeli cümle…
-Benim ya . diyerek ayağa kalktı Teoman. Coşkuyla sarıldılar . “Senin başarılı olacağına yürekten inanıyordum dostum. “ dedi gururla Teoman.
 Lise yıllarından  , değişen hayatlarından , yılların kendilerine kattıkları  ve çaldıklarından uzun uzun muhabbet ettiler. Gazetelerden öğrenmişti Kerim’in başarısını Teoman. Ve babasının vefatından sonra başına geçtiği işlerin bir süre önce bazı talihsiz olaylar nedeniyle kötüye gitmesiyle Kerim’in kapısını çalması kaçınılmaz olmuştu. Nescafe ticaretiyle uğraştığı şirketi kapatmış ve iş arayışı içine girmişti çünkü. Hatta bir miktar da borç altındaydı ama Kerim’e bunlardan bahsetmek istemedi.Lise yıllarındaki sınıfında  kendisine gösterilen belki de tek sıcak  tavır Teoman’ın ki olmuştu ve o evin kütüphanesinde o antika bardaklarla içtikleri  “nescafe” hatırası aklından hiç çıkmamıştı. Ve o gün sonrasında da görüştükleri sürece  Teoman’ın yakın ilgisini hep yanında hissetmişti Kerim.

Kerim , O’nu dinledikten sonra hemen işe aldı Teoman’ı. Ufak bir araştırma yaptırdı.. Teoman’ın önemli denebilecek bir borç külfeti altında olduğunu öğrendi. Ayrıca bu borcu kapatmak amacıyla  babasına  ve eve ait bazı eşyalarını da müzayedede satışa verdiğini.. . Bunun da haberini aldı Kerim…

Günler sonra Teoman’ı arayan müzayede sorumlusu müzayedeye konulan çoğu eşyasının makul fiyatlarda gittiğini ama Malezya yapımı gümüş yuvalı  bir cam bardak takımının değerinin çok üstünde bir rakamla alıcı bulduğunun müjdesini veriyordu Teoman’a . İnanılır gibi değildi , bu rakam tüm borçları rahatlıkla karşılıyordu…
Soluğu Kerim’in ofisinde aldı Teoman.
Kapıda Teoman’ı heyecanlı halde ve  mutluluk içinde gören  Kerim  o anda masasında bir şeyler okumaktaydı.
-Sendin o değil mi ? diye sordu Teoman. Bardakları  alan sendin değil mi ?
Kerim önünde incelemekte olduğu dosyayı  kapattı , Teoman’ın içi gülen gözlerine aynı sıcak gülümsemeyle karşılık verirken ellerini iki yana havaya kaldırarak konuştu   :

-Ee sen de  bilirsin dostum… "Cam olmalı daima elindeki fincan, çünkü ne içtiğini görmeli insan…"


Yeni hikayelerde yine birlikte olmak dileğiyle dostlar ... 
  

6 yorum:

  1. Etkileyici hoş bir öykü olmuş yine :) Boşa dememişler '' Ne güzelliğine güven, ne zenğinliğine...'' Allah hayırlı dostlar nasip etsin herkese. İtiraf ediyorum bu kahve hikayesini çayla birlikte okudum ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mukaddescim doğru mesajı almışsın , tebrikler , bu arada kahveye ihanetini de yazdık bi kenara :P:)))

      Sil
  2. Çok güzeldi, tıpkı enerjin gibi maşallah. öptüm

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canım ablacım çok teşekkürler öpüyorum seni :)

      Sil
  3. Tamamen tesadüfe yönelik bir girişim ile karşıma çıkmana rağmen yazdıklarını okuyunca gerçekten hayata dair etkileyici ve sürükleyici hikayeler ile karşılaştım. Umarım yazımların devam eder ve bende müsait oldukça yazılarını okuma fırsatım olur ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler Birkan :) Yapman gereken tek şey fırsat buldukça kahveye gelmek ve sol üstteki Kahve hikayelerim bölümünü tıklamak :)) Çünkü hikayeler tüm hızıyla yazılmaya devam ediyor ;))

      Sil

Sen de yaz bişeyler...