Hikaye zamanı dostlar !
Söylesenize, hayatınızı başkalarının sizin için uygun gördüğü şekilde yaşıyor olmak, sizi yeterince "siz" kılıyor mu ?
Peki savaşmanız gereken bir konuda sınırlarınızı sonuna kadar, en son ne zaman zorladınız ?
Sizce "şans" sadece bir sabun köpüğü gibi uçucu ve yakalanması imkansız bir enerjiden mi ibarettir ?
Nedir bu anket soruları Bilge ? diye soracak olursanız ;" hikayeme başlamadan önce biraz beyin jimnastiği yapmanızı istiyorum" diye açıklarım size :)
Bu hafta, sizleri Efe ile tanıştırıyorum dostlar. Ve hikaye sonunda O'na 3. tekil şahıs olarak bakmak yerine kendi içinize dönüp bakmanızı rica ediyorum...
Orda bir Efe bulacağınıza eminim , belki de uzun bir müddet önce, kendi haline terk ettiğiniz kolu kanadı kırık bir Efe...
Bugün...hemen şimdi...şu an... O'nunla biraz ilgilenme vakti, hadi ;)
-Ne alırsınız ? diye sordu garson…
Sandalyede, ellerini gri eşofmanının cebine sokmuş vaziyette, geriye doğru yaslanmış oturmaktaydı Efe. Ayaklarını uzatıp birbiri üzerine atmış halde, dünyadan kopmuşcasına dalıp gitmişti uzaklara. Sıkıldığı ve nefes almak istediği zamanlarda, deniz kenarındaki bu çay bahçesine gelirdi hep. Kulaklığındaki Farid Farjad’ı dinlerken, belki de saatlerce, umarsızca, bu şekilde oturmak O’na iyi hissettirirdi kendini. Bugün de yine aynı maksatla soluğu burada almıştı.
Garson, Efe’nin uzun saçları nedeniyle kamufle olan kulaklığını sonradan fark edince, sesini duyuramadığını anladı. Efe’nin görüş alanı içine girerek sorusunu yineledi. Efe toparlandı ,kulaklığı çıkardı : ” Bir kahve lütfen” dedi. “Orta şekerli Türk kahvesi olsun “diye ilave etti garsonla göz kontağı kurmadan. Bir an önce Farid Farjad’a geri dönmek istiyordu çünkü .
Garson “peki” diyerek uzaklaşırken “Şu tiplere sinir oluyorum , ellerinden gelse o kabloları ameliyatla kulaklarına monte ettirecekler “ diye geçirdi içinden.
Farid Farjad’a
yeniden kavuşan Efe, tekrardan
sandalyesinde arkaya yaslandı. Martıları gözleriyle izlerken “ Golha” parçası
çalmaya başlamıştı.Keman sesine bayılıyordu Efe. Ve O’na göre bu işi en iyi
icra edenlerden biriydi Farid Farjad. “Bu adam için ‘kemanı ağlatan adam’ denmesine
hiç şaşırmamalı “ diye düşündü. Kulağından ruhuna akan tınılarda, çaresiz bir
ağlayışın göz yaşlarını tüm hissiyatıyla fark edebiliyordu …
Gözlerini kapattı , ama hala martıları görebiliyordu , bir aşağı bir yukarı manevralarını rahatlıkla izleyebiliyordu. Sonra , aklına birden geliveren bir soruya cevap aramaya çalıştı : “Martılar ağlar mıydı ?” Gözlerini açtı ve şöyle düşündü sonra : “Müzik budur , müzik yeni soruları yaratan şeydir …”
Gözlerini kapattı , ama hala martıları görebiliyordu , bir aşağı bir yukarı manevralarını rahatlıkla izleyebiliyordu. Sonra , aklına birden geliveren bir soruya cevap aramaya çalıştı : “Martılar ağlar mıydı ?” Gözlerini açtı ve şöyle düşündü sonra : “Müzik budur , müzik yeni soruları yaratan şeydir …”
Konservatuvarın “keman” bölümünü bitirmişti Efe. Müzikle uğraşıyordu . Üniversite tercihleri , konservatuvara kabul edilişi ve okulu bitirme süreçlerinde ailesi ve yakın çevresi tarafından sürekli eleştirilmişti . Ailesi O’nun daha ciddi bir üniversiteyi bitirmesini istemişti.Ama O, müzikle arasındaki tuhaf bağı bir türlü koparamamış ve tüm muhalif tutumların karşısında durup, yapmak istediğini zor da olsa tamamlayabilmişti.
Konservatuvarı bitireli bir sene oluyordu. Ancak ailesinin özellikle babasının dediği yere de gelmiş sayılırdı. Zira almış olduğu eğitim, hayatını finanse etmiyordu. Aslında sürekli çalışıyordu; notalar , cover lar, besteler vardı hayatında hep … Odasına kapanıp günlerce dışarı çıkmadığı zamanlar oluyordu. Birkaç teklif de almıştı aslında; bazı gece kulüplerinden , bazı canlı müzik yapan mekanlardan v.s. Ama bu tekliflere hiç sıcak bakmıyordu Efe. Vaktini bu tür yerlerde heba etmek istemiyordu belki de. O, besteler yapmak ve insanların kalbine direk o bestelerin sahibi olarak girmek istiyordu. Bir” beste” yapmalıydı, sıfırdan , hiç kimsenin daha önce yapmadığı kadar mükemmel,duygulu bir şey…
Sürekli uğraşıyordu, güfte de yazmaya çalışıyordu ve onları farklı bestelerle arşivliyordu . Ama hiç biri , hiç biri istediği gibi olmuyordu aslında.
Hazırladığı demoları tanıdığı müzik firmalarının sahiplerine mutlaka dinletmeye çalışıyordu yine de. Bazıları, artık O’nu yakından tanıyor gibiydi hatta. “Gel bakalım Efe , bu kez ne hazırladın” diyerek O’nu kabul ediyor ,daha sonra da önündeki bilgisayarda gezinirken Efe’nin müziğini dinliyormuş gibi yapıyorlardı. Demo çalarken , Efe’nin gözleri müzik patronunun gözlerine , patronununkiler de bilgisayarına çakılı birkaç dakika geçiriyorlar,ve her bitişinde de “Olmamış Efe , bundan bişey çıkmaz oğlum” deyip O’nu geri çeviriyorlardı.
Vazgeçmiyordu Efe. Eve döner dönmez yeni bir şeylerle uğraşmaya , araştırmaya ve yeni müzikler oluşturmaya çalışıyordu. Bazen Afrika müzikleri, bazen Fransız ,hatta eski kızılderili yerli müziklerini bile tarıyor ; müzik anlamında dünya kazan o kepçe kendine ilham aramaya çalışıyordu.
-Kahveniz.. diyerek garson tarafından masasına bırakılan kahvenin kokusuyla tüm bu düşüncelerden ayıldı Efe. “İlk kahveyi kim buldu acaba?” diye bir soru geldi aklına sonra. Kendine “kahvesini yaratan”http://www.e-gurme.com/kahve/kahveni-harmanla-tr/ ilk adam belki de bir mağara adamıydı ve o ne şanslıydı ki bu keşfi için koca göbekli bir müzik patronunun onayını almak zorunda değildi …” diye gülümsedi denize karşı .
“Neyse ki hala mizah anlayışımı kaybetmedim” diye mırıldandı sandalyesinde doğrulurken. Parça değişmişti ; Robaheh Jan…
Yeniden o tanıdık sızıyı hissetti ruhunun derinlerinde : “Ben de günün birinde insanlara bu şekilde ulaşabilecek miyim ? Müziğimle kalplerin içine sızıp… Kafalarda hiç akla gelmedik soruların ışıklarını yakabilecek miyim ?”
Dün gece evlerinde yaşanan tatsızlığı anımsadı sonra. Özellikle babası, yeniden üniversite sınavlarına girmesi ve ciddi bir bölümü kazanıp bitirmesi için yoğun baskı yapmıştı dönem başında. Tartışmaların önünü kesmek için, kabul edip sınava başvurmuştu Efe, ama derslerin yüzüne bile bakmamıştı tabi. Vaktini , hayalini kurduğu şey için tahsis etmişti daha çok. Babasının da sabrı sonunda taşmış ve dün gece çetin bir tartışmaya engel olunamamıştı. “ Çalgıcı olmanın sana bir şey kazandırmadığını gördün işte ! Hala derslerine sarılmıyorsun , hala bir başı bozukluk ! “ diye yüksek desibelden bağırmıştı babası evde dakikalarca. Hala kulaklarındaydı Efe’nin… Oysa en az bir Hukuk mezunu kadar ciddiyetle çalışıyordu, emek harcıyordu gönül verdiği işe… Bir Hukuk mezununun çalışma disiplininden tek farkı ; Efe, mevcut olmayan bir şeyi oluşturmaya , muhteşem bir “beste” yaratmaya çalışıyordu . İşi daha zordu aslında. Ama herkes bu farkı takdir etmek bir yana , fark etmiyordu bile…
Yine de fırtınalı bir gecenin ardından , omuzları düşük vaziyette , kahvaltı yapmadan, evden hızlı adımlarla çıkıp bu huzur dolu mekana yöneldiğinde içinde umut vardı… Ve işte, şimdi burada, martılarla hemhal olmuşken ve kemanın büyülü sesi ruhuna işlerken umudu daha da artıyordu , her saniye daha da katlanarak… Kahvesini içtikten sonra martılara veda edip ayrıldı Efe.Yapması gereken çok iş vardı şimdi. Çünkü yenilenmişti an itibariyle…
Sınava birkaç gün kalmıştı sadece. Tansiyonun yükselmesine
neden olan stresin kaynağı da buydu evde. Annesi babasına oranla daha yumuşak
ama istikrarlı söylemlerle Efe’nin beynine etki etmeye çalışıyor, yeni bir
üniversite kazanıp herkesin yüzünü kara çıkarması için Efe’ye yalvarıyordu
adeta. Tüm bunlar Efe’nin tepkisiz dinleyişleriyle karşılık buluyordu.Ailesi,
O’nun söylenilenleri sindirip
sindirmediğine bir türlü emin olamıyordu.
Derken sınav günü geldi çattı. Babası Efe’yi sınava özellikle kendisi götürmek istedi. Karşı çıkmadı Efe. Arabayı babası kullanıyordu , annesi ön koltukta , Efe arkada oturuyordu. Efe’nin babası Rafet bey askeriyeden emekliydi. Hayatı disiplin içinde geçmişti ve mümkün olduğunca bu disiplin düzenini eve de yansıtmayı tercih etmişti. Ancak Efe … İşte bu Efe, O’nun belki de başarısız olduğu tek konuydu. Yine de bu sınavla O’nun hayatını kurtarabileceklerine inanıyordu.
Rafet bey, bir yandan ağır akan trafikte ilerlerken bir yandan konuşmaya
başladı:
-Oğlum bak ,şu trafiğe bak ,
bunca araç sana ne ifade ediyor ?
Bir süre sessizlik ardından konuşmasını sürdürdü :
- Bu kadar araç, fazlasıyla teknoloji fazlasıyla sanayileşme
demektir .Ama yine de Türkiye otomobil
üretiminde dünya sıralamasında kaçıncı
sırada ? Göz ucuyla bir eşi Berrin Hanım’a bir de dikiz aynasından Efe’ye
baktı. Kimseden cevap çıkmadı. Çaresiz devam etti konuşmasına.
-17. Sırada! Neden bu kadar gerilerde hiç düşündün mü oğlum
? Yine sessizlik… Ama pes etmedi Rafet
Bey :
- Çünkü 16. Sıradakinden daha az çalışıyoruz da ondan. 15.
Sıradakinden de az çalışıyoruz ve onun
önündekilerden de. Çünkü biz lay lay lomu seviyoruz çocuğum. Çalışıp üretmek
yerine elimizde bi saz, bööyle tıngır mıngır …
Tam bu esnada eşi Berrin hanım’dan aldığı keskin bir bakışla sözleri yarım kaldı Rafet bey’in. Oğlunun daha fazla stres olmaması için “Kafidir “ bakışıydı bu. Kendisi de mesajı alıp sohbeti noktalamayı uygun buldu. Bu sırada Efe başını cama yaslamış dışarıda akan trafiği izliyordu .Saçlarının altında kalan kulaklığı O’na yine keman ziyafeti vermekteydi ve babasının söylediği hiçbir şeyi işitmemişti.
Sınava girdiğinde çok fazla bir şey yapmayı hedeflemiyordu
Efe. Zira sınava yakınlarını memnun etmek için formalite icabı giriyordu.
Gözetmen öğretmen, herkesin kağıtlarını
titizlikle kontrol ettikten sonra öğrencilere dönüp :
-Bu sınavın hayatınızda güzel bir fark yaratmasını temenni
ediyorum arkadaşlar. dedi.
Ve süre başladığında öğrenciler tarafından hızlı bir şekilde kitapçıkların açılma hışırtıları eşliğinde köşedeki masasına yöneldi.
Efe, adını soyadını yazdı , kitapçığı isteksizce açtı , Türkçe sorularını okumaya başladı…Ağır
ağır çözüyordu. Türkçe sorularının
paragraf metinlerini okumak hep
hoşuna giderdi.Zaten okumayı da çok seviyordu ve sıra dışı güfteler yazabilmek için çok okuması gerektiğini de biliyordu . Soruyu çözmekten ziyade soru metninden
edindiği bilgilerin kendisini mutlu ettiği zamanlar az değildi.İşte şimdi de
Türkçe soruların sonuna doğru okuduğu bir metin
ilgisini çekmişti . Metin , şans yaratmaktan bahsediyordu :
“Hayatta her şey bir enerjidir.O zaman şans dediğimiz şey de bir enerjidir. Biz eğer bulunduğumuz zeminde bunu yaratabilecek, hayatımıza çekebilecek bir noktadaysak,ancak o zaman şanslı oluyoruz.”
O an, o enerjiyi tamamen damarlarında hissetti Efe...Ve tam o an, gözetmen öğretmen, masasındaki kahvesini karıştırıyordu. Kaşığın porselen fincana her teması birer nota olup kulaklarına hücum etti . Diğer yandan sanki sınav durmuştu , sanki dünya durmuştu , sanki her şey susup sadece o bestenin güfteleri konuşmaya başlamıştı. Aklına gelenleri mutlaka yazmalıydı. Sınavda bunu yapamazdı. Ne yapmalıydı ? Gözetmen öğretmene çıkmak istediğini söyledi. Çıkabileceğini söyledi gözetmen. Koşar adımlarla merdivenlerden indi. Ön kapıdan çıkamazdı , ailesi onu bekliyor olabilirdi ve yeni bir tartışmayla aklındakilerin uçup gitmesine izin veremezdi şimdi .Arka kapıya yöneldi. Ağaçların arkasındaki bahçe duvarının üzerine oturdu. Peki ya kağıt kalem ? Kalemi vardı ama kağıdı yoktu . Cebindeki kağıt mendil paketi aklına geldi ;paketi açıp bir kağıt mendil çıkardı , dizinin üzerine yaydı mendili… Sonra yazdı , yazdı , yazdı Efe…
Birkaç gün sonra , o gün bahçe duvarı üstünde yazdıklarını sınav esnasında kulağına akan tınıya uygun bir nota dizimiyle
bestelemişti bile.
Günler sonra büyük bir heyecanla yeni demosu elinde müzik patronunun kapısındaydı yine. Her zamanki sempatik karşılamadan sonra ümitsizce sordu patron : “ Dinlemeye değer bir şey mi Efe’cim ?” Sorunun altındaki kinayeye aldırmadan elindeki müzik çaları masaya bıraktı Efe “ Lütfen dinleyin” dedi sadece. Bunu duyan patron, yine birkaç dakikasını ziyan edeceği düşüncesiyle dirseğini masaya dayadı elini de yanağına.Gözlerini yine önündeki bilgisayara kaydırdı. İsteksizce dinlemeye başladı. İlk beş saniyeden sonra başını kaldırdı.Heyecanla patronu süzen Efe , patronun yaptığı çalışmasını dinlerken ilk kez başını bilgisayardan kaldırdığını görüyordu. Birbirlerine bakıp gülümsediler . Bitince başa aldırdı patron ve sonra tekrar başa… Birkaç kez dinledikten sonra Efe’ye dönüp : “Seni stüdyoya almanın vakti geldi , hazırlıklara başlamalıyız… “ dedi.
Günler sonra büyük bir heyecanla yeni demosu elinde müzik patronunun kapısındaydı yine. Her zamanki sempatik karşılamadan sonra ümitsizce sordu patron : “ Dinlemeye değer bir şey mi Efe’cim ?” Sorunun altındaki kinayeye aldırmadan elindeki müzik çaları masaya bıraktı Efe “ Lütfen dinleyin” dedi sadece. Bunu duyan patron, yine birkaç dakikasını ziyan edeceği düşüncesiyle dirseğini masaya dayadı elini de yanağına.Gözlerini yine önündeki bilgisayara kaydırdı. İsteksizce dinlemeye başladı. İlk beş saniyeden sonra başını kaldırdı.Heyecanla patronu süzen Efe , patronun yaptığı çalışmasını dinlerken ilk kez başını bilgisayardan kaldırdığını görüyordu. Birbirlerine bakıp gülümsediler . Bitince başa aldırdı patron ve sonra tekrar başa… Birkaç kez dinledikten sonra Efe’ye dönüp : “Seni stüdyoya almanın vakti geldi , hazırlıklara başlamalıyız… “ dedi.
Yıllar sonra …
Uçakta pencere kenarına oturmayı tercih eden ünlü bir müzik yıldızı yurt dışı konserinden dönüyordu.Elinde kahvesi gözleri pencere dışına dalmış vaziyetteyken aynı anda da müzik kanallarından birinde bir anons yapılıyordu :
“Ve şimdi sizi geçtiğimiz yıl MTV tarafından her yıl
düzenlenen Avrupa Müzik Ödüllerinde “Türkiye’nin en iyi sanatçısı” ödülüne,
ardında da Liverpool ‘da yapılan finalde “Avrupa’nın en iyi sanatçısı” ödülüne
layık görülen Efe Aydın’dan bir parçayla baş başa bırakıyoruz. Aynı zamanda
müzik dünyasını alt üst eden ilk slow çalışması : Kahveni
yarat ! sizlerle…”
Denizin üzerinden kuşbakışı martıların uçuşunu hayal etmeye çalışan Efe, gülümseyerek dinlemeye başladı şarkısını :
Ne zaman içine dönüp
Tatsız şeyler görüp
Hüzünlenirsen…
Kalbine bi göz at ,
Ve kahveni yarat…
Çünkü kahven denizindir
Ve duygular sandalların
Eğer istersen senindir
Mutlu sonları masalların
Ne zaman gökyüzüne bakıp
Hiç yıldız yok sanıp
Hüzünlenirsen…
Kitabına bir göz at
Ve kahveni yarat
Çünkü kahven denizindir
Ve satırlar sandalların
Eğer istersen senindir
Mutlu sonları masalların
Ne zaman seni anlamazlarsa
Ve içini daraltırlarsa
Hüzünlenirsen buna…
Gökyüzüne bir göz at
Ve kahveni yarat
Çünkü kahven denizindir
Ve bulutlar sandalların
Eğer istersen senindir
Mutlu sonları masalların…
Keman sololarıyla süslenen şarkısı, uzun yıllar öncesine götürdü Efe’yi, çok uzun
… Bir okulun arka bahçesindeki duvarın
üzerindeydi şimdi O …
Aynı anda uçağın ön koltuklarından birinde oturan genç, şarkıyı dinleyenler arasındaydı.Düşündü :"En sıkıntılı zamanlarda içilen kahve, huzur bulmak için vazgeçilmezlerindendi.Bu çoğu insan için böyleydi. Peki ama rahatlamak için ilk kahvesini yaratan insan kimdi ?"
Sıradışı sorulara müziğiyle ilham olan Efe, orta şekerli kahvesinden bir yudum daha aldı , kalplere sızmış olmanın mutluluğunu yudumlar gibiydi...
Sıradışı sorulara müziğiyle ilham olan Efe, orta şekerli kahvesinden bir yudum daha aldı , kalplere sızmış olmanın mutluluğunu yudumlar gibiydi...
Başka bir hikayede görüşmek üzere dostlar ...
Vaaaovv :)) ellerinize kakeminize kalbinize saglik efemm bu ne guzellik bu ne ozgunluk bu ne yaraticilik :)) masallah...
YanıtlaSilÇok teşekkürler Osman Bey , her zamanki gibi çok naziksiniz :) Ayrıca hikayelerimi yayınlandığı anda ilk okuyan olma özelliğinizi de istikrarlı bi şekilde koruyorsunuz , ben de buna maşaallah diyorum ;))
SilMarifet iltifata tabidir derler efenim :))
SilCanımm bir solukta heyecanla okudum yüreğine sağlık.
YanıtlaSilAyrıca kahveyi kim ilk yaptıysa yaptı ruhu şad olsun çok iyi yapmış ama:)))
misss kahve tadında,köpüğü gibi coşkulu,hatırı kadar değerli bir yaşamın olsunnn Bilgecik. öptüm kocaman
Çok teşekkürler ablacım :) İlk kahveyi yapanı biliyoruz aslında önceki hikayelerimden birindeki Zoi yi unuttun mu :))) Öpüyorum ben de seni çok ;))
SilGaliba kahve kadar bağımlı oldum senin kahve hikayelerine Bilgecim, yüreğine sağlık :)
YanıtlaSilBunun için yazıyorum kii :)) Çok teşekkürler Mukaddes'cim , sevgiler :)
Sil