Ve kahve hikayelerimin ikincisini pas ediyorum size sevgili dostlar , yakalayın bakalım !
Dün öğleden sonra ve bu sabah; yoğun arkadaş telefonları , vakıf planları , misafir trafiği ve düşünceler düşünceler gölgesinde yazıldı bu hikaye :)
Hikayeler yazıldı ,kahvaltı yapıldı, görevler tamam o halde diğer görevlere yol alabilir Bilgecik ! :))
Eğer çöl iklimine yakın bir yerlerde yaşamıyorsanız “size
uzak olan diyarlardan birinde bir kahve ağacı vardı…” diye başlamak gerekir
bu hikayeye.Çünkü porselen
fincanlarımızda son bulan yolculuklarına çok uzak diyarlardan yola çıkarak
başlar büyüleyici kahvelerimiz . İşte bu uzak diyarlardan birindeki bir kahve ağacında başlıyor anlatacaklarımız.Bu ağacın güneye bakan dallarından
birinde bir avuç kahve çiçeğinin dünyaya "merhaba" demesiyle hem de …
Dünya atmosferiyle o sabah tanışan kahve çiçekleri sevinçle selamlaşırlar önce …Her
biri gelinliği andıran beyaz zarif
yapraklarıyla birbirlerine sırt sırta vermiş, güneşe döndükleri çehreleri ışıl
ışıl parlamaktadır.Tüm dünyayı kuşatan sımsıcak
bünyesine rağmen mütevazi halini hiç bırakmayan sevgili güneş de her
biriyle ayrı ilgilenir bu yeni doğan bebeklerin.Aramıza yeni teşrif etmiş bu
kahve çiçeklerine en samimi “hoş geldin”
ışıktan elleriyle onları sevip okşayan güneş annelerinden gelmiştir
belki de…
Selamlaşma faslından sonra ;
-Ne kadar güzeliz ! Ne kadar canlı ve tazeyiz ! diye çığlık
atar içlerinden biri. “Birinci çiçek” diyelim biz O’na. Hem ilk sırada hem de
en konuşkan ve en heyecanlı olanıdır diğerlerinin içinde O… Kahve çiçekleri de
konuşur mu? Diye soran okurlara “müzik icra eden ağustos böceğini “hatırlatalım
hemen ve de birazdan olacaklara da itiraz etmeyeceklerse devam edelim…
Mutluluğunu haykıran birinci çiçeği gülümseyerek tasdik eder
diğer çiçekler...
-Söylesenize hayalinizdeki fincan hangisidir sizin? diye sorar yine
birinci çiçek. Bahsettiği “fincan” çözünüp son bulacakları akıbetleri anlamına gelmektedir.Ve her kahve çiçeği, bu zirve
akıbetin hayaliyle gün yüzüne çıkar
esasen.Kahve çiçeğinin hayali, tüm sertliğini terk edip bir miktar suyun içinde
eriyerek, bulunduğu ortama o büyülü taze kahve http://www.e-gurme.com/kahve/taze-harman-kahveler/kokusunu verdiği birkaç dakikadır
aslında. Tüm o sıkıntılı sürecin ve uzak
diyarlardan avuçlarımıza kadar gelip içimizi
ısıtan kahve hikayesinin
temelinde işte bu hayal yatar hep…
-Ben bir müzisyenin kahve fincanında son bulmak istiyorum. Der
içlerinden biri. Brahms çalmalı beni içerken.Pencere kenarına yerleştirilmiş
ahşap masasında oturmuş ruhunu dinlendirirken Brahms’tan
Hungarian Dance ‘ ı dinliyor olmalı ve fincanından yükselen büyülü kokumla
müziğinin tüm notalarına nüfuz etmeliyim
ben de … diye devam eder sonra.
-Ben bir işçi ailesinin hafta sonu keyfi için hazırladıkları
kahve fincanlarında son bulmak istiyorum.diye söze başlar diğeri. Tüm yorgunluklarını unutup
birbirleriyle kaynaştıkları dakikalara eşlik etmeli , sıcaklığımla onların
muhabbetine sıcaklık katmalıyım diyerek gülümser.
-Ben bir yazarın fincanında son bulmak istiyorum. O’nun
yazdıklarına ilham vermiş olmak ve yazdığı hikayelerinin içinde mutlaka yer almak
istiyorum diye anlatır bir diğeri.
Peki sen nasıl bir fincanı hayal ediyorsun ? diye sorarlar
birinci kahveye .
-Ben bir yalnızın fincanında erimek istiyorum diye haykırır
coşkuyla birinci kahve. O’nun tek arkadaşı tek dayanağı ben olmalıyım ve gözünü
uzak ufuklara daldırdığı hüzünlü gece saatlerinde ruhuna ayıklık veren tek şey,
benim eridiğim fincandan yükselen dumanım olmalı diye devam eder heyecanla.
Kahve çiçekleri muhabbetlerine keyifle devam ededursun ,birden beyaz tülleri andıran yapraklarının
uçuşmaya başladığını fark ederler.
-Ne oluyor , yapraklarımız gidiyor ! diye bağırır birinci
kahve çiçeği. Diğerleri “daha haberi yok herhalde” diyerek gülüşürler kendi
aralarında.
-Değişeceğiz… der bir yazarın fincanında son bulmak isteyen
kahve çiçeği. Kahve meyvesi formuna
geçiyoruz. Kimileri kahve kirazı da der.Kirazlar gibi kırmızı taneler halini
alacağız zira… diye açıklar sonra.
-Ama ben böyle çok mutluydum... diye söylenir birinci kahve çiçeği.Değişmek istemiyorum ki !
-Bu mümkün değil. Diye söze girer bir diğeri. Hepimizin
hayal ettiği fincanlara ulaşıp mutlu bir şekilde son bulmamız için bazı
değişimlerden geçmemiz gerekir. Şu halimizle hiçbir şeye yaramayız çünkü.
Yaratılış amacımızın yerini bulabilmesi için üzerimizde değişimler olması şart. Buna
kısaca “tekamül” diyoruz. İnsanlar da dahil olmak üzere kainattaki herkes ve her
şey sürekli değişim içindedir . Bazen isteyerek bazen istem dışı değişik koşullara maruz kalırız ve bunun
sonucunda ilk halimize oranla daha da olgunlaşıp kıvama geliriz. Kısaca etrafta
gördüğün her şey bir tekamül içindedir.
Keyifsizce sustu birinci kahve çiçeği … Bir süre
sessizlikten sonra “canım acıyor” diye inledi yeniden.
-Biraz acı çekeceğiz , çekmemiz gerekiyor . dedi diğer kahve çiçeği.
Birkaç günlük zamandan
sonra tüm çiçekler kahve kirazı haline gelmişlerdi. Zorlu bir süreç
olmuştu. Değişen vücutlarında gerilmeler
şişmeler ve renk değişimleri meydana gelmişti ve hepsi de bu olurken fazlasıyla
örselenmişlerdi. İçlerinde en çok hayıflanıp şikayetçi olan hep birinci çiçek olmuştu ve diğerlerinin
destekleri olmasa belki de çoktan pes edecekti…
-Sanırım her şey yoluna girdi , artık bu kırmızı koca
göbeklere alışmamız gerekecek , oysa beyaz tüllerimizle ne güzeldik bir
zamanlar..diye söylendi birinci kahvecik.
-Sen yine bu hale de pek alışma… diye kıkırdadı diğerleri…
Bunu duymak pek hoşuna gitmedi birinci kahveciğin .
-Daha ne olabilir ki , zaten yeterince yıprandık , birileri
kahve içecek diye bu kadar eziyet çekmek bana göre değil hayır ! diye ekşitti
suratını.
Birkaç gün geçmeden çürümeler başladı kırmızı gövdelerde. Yine ilk söylenen bizim
birinci kahvecik oldu.
-İnanamıyorum , şu geldiğimiz noktaya gerçekten
inanamıyorum. Tam bu hale de alışmak üzereydim ki şimdi yine kabuklarımız
dökülüyor. diye ağlamaya başladı.
Diğerleri söze girmek üzereyken bir el onları koparıp hasır sepetlere koydu. Birinci kahvecik
hakkıyla bağırıp içini dökemeden arkadaşlarının daldan koparılıp götürülmesine
isyan etmeye hazırlanırken aynı el onu da boynundan tuttuğu gibi kopardı ve “ahhh
!” diye canhıraş çığlığına aldırmadan onlarla aynı sepete atıverdi. Neyse ki
sepette yine arkadaşlarıyla buluşmuştu üzgün kahvecik …
-Nedir bu başımıza gelenler ?! Birilerinin bize çok büyük
bir düşmanlığı olmalı ! diye inledi acıyla…
Diğerleri artık birinci kahveciği tesellide yorulmuş onu
kendi haline bırakmışlardı. Üzgün kahve de onların tesellilerine
aldırmıyor kendi kendine söylenip feryat
ediyordu sürekli. Kendini ilk beyaz tüllerle bezeli haliyle hayal ediyor ve
şimdiki haliyle kıyaslayıp acı çekmesine engel olamıyordu bir türlü.
Izdırap içinde çürüyen yanlarına bakarken ilerde
kabuklarından soyulup siyah tanecikler haline getirilen arkadaşlarını gördü.
Kabak gibi simsiyah bir hale geliyordu hepsi ve çok çirkin görünmüşlerdi gözüne.”
Bu da mı tekamülün bir parçası ?” diye
söylendi hışımla. “Kimse beni bu hale getiremez ,artık kaderime kendim
hükmetmeliyim ve ne yapıp edip kurtulmalıyım bu halden .” diye düşündü sonra.
Sepetten iş bandına boşaltılmak üzereyken atlayıverdi bandın
dışındaki boşluğa , atlayıverdi özgürlük sandığı ayaklar altına , atlayıverdi makus talihinin(!) peşini
bırakacağını sandığı bir yerlere…
Ve kırmızıyla bordo arasında kalmış çürükleri , tekamülü
yarım kalmış bedeni , üstüne üstlük tarifsiz acılarıyla yapa yalnız kalmıştı şimdi
kahvecik… Hala ilk halini sayıklıyordu , hala beyaz gelinlere benzeyen ilk
halini… Kaçınılmaz olan” değişim” gerçeğine karşı mukavemeti ısrarla ve inatla hiç değişmemişti kahveciğin…Belli
bir zaman yerde öylece kaldıktan sonra birileri gelip onu süpürdü ve içine
attıkları bir faraşla çöplüğe bıraktı. Yemek artıkları ve diğer çöplerin
arasında hayal ettiği büyülü kokusunu etrafa sunmak sadece bir “hayal” olarak
kalmıştı kahvecik için.
Kabukları soyulup kızgın fırınlarda kavrulan diğer kahve
çekirdekleri ise başarıyla tekamüllerini
tamamlamış olmanın huzurunu yaşadılar.
Ve bir zaman sonra ordan çok çok uzak diyarlardan birinde ,
bir işçi ailesinin evinde neşe içinde keyif kahveleri içiliyordu bir hafta sonu.Gecenin sessizliğine
kavuşunca pencere kenarındaki masaya oturan yazma sevdalısı kızları keyifle bir
şeyler yazmaya başladı önündeki kağıda. İlham aldığı kahvesine dair şeylerdi
yazdıkları. Kahvesi, hep hayal ettiği o zirveye büyü katarken ve O yazarken… son derece mutluydular.
Fonda
Brahms’tan “Hungarian Dance” çalıyordu…
ablamm benim böyle bi sitenin olması beni çok mutlu etti gerekliydi sana ... tebrik tebrik tebriklerim seni :) hayırlı olsun
YanıtlaSilÇok teşekkürler canımcımm , kimin ablası olduğumu da bilsem iyiydi gerçi :) Tekrardan sağol ;))
SilÇok güzel ama ben neden kaçırmışım bu öyküleri :( Artık her kahve içtiğimde blogunuza uğrarım yeni öykü var mı diye ;)
YanıtlaSilMutlaka uğramalısın kiii ? Yoksa bugüne kadar uğramıyor muydun kii aaa ne ayıpp ! :)))
SilBence de çok ayıp etmişim ;) Ama öyle yoğun bir zaman geçiriyorum ki şu sıralar bilseniz beni affederdiniz kii. Kurslarım, sergim, okulum derken bu yıl gerçekten abarttım :)))
YanıtlaSilTamam affettimm efem affettimm... önümüzdeki maçlara bakıcaz artık diyelim o halde :)))
Sil