31 Aralık 2013 Salı

Kahve Hikayelerim #2

Ve kahve hikayelerimin ikincisini pas ediyorum size sevgili dostlar , yakalayın bakalım ! 

Dün öğleden sonra ve bu sabah;  yoğun arkadaş telefonları , vakıf planları , misafir trafiği ve düşünceler düşünceler gölgesinde yazıldı bu hikaye :) 

Hikayeler yazıldı ,kahvaltı yapıldı, görevler tamam o halde diğer görevlere yol alabilir Bilgecik ! :))


Eğer çöl iklimine yakın bir yerlerde yaşamıyorsanız “size uzak olan diyarlardan birinde bir kahve ağacı vardı…” diye başlamak gerekir bu  hikayeye.Çünkü porselen fincanlarımızda son bulan yolculuklarına çok uzak diyarlardan yola çıkarak başlar büyüleyici kahvelerimiz . İşte bu uzak diyarlardan birindeki  bir kahve ağacında  başlıyor  anlatacaklarımız.Bu ağacın güneye bakan dallarından birinde bir avuç kahve çiçeğinin dünyaya "merhaba" demesiyle  hem de …

Dünya atmosferiyle o sabah tanışan  kahve çiçekleri sevinçle selamlaşırlar önce …Her biri gelinliği andıran beyaz  zarif yapraklarıyla birbirlerine sırt sırta vermiş, güneşe döndükleri çehreleri ışıl ışıl parlamaktadır.Tüm dünyayı kuşatan sımsıcak  bünyesine rağmen mütevazi halini hiç bırakmayan sevgili güneş de her biriyle ayrı ilgilenir bu yeni doğan bebeklerin.Aramıza  yeni teşrif etmiş   bu kahve çiçeklerine  en samimi  “hoş geldin”  ışıktan elleriyle onları sevip okşayan güneş annelerinden gelmiştir belki de…

Selamlaşma faslından sonra ;
-Ne kadar güzeliz ! Ne kadar canlı ve tazeyiz ! diye çığlık atar içlerinden biri. “Birinci çiçek” diyelim biz O’na. Hem ilk sırada hem de en konuşkan ve en heyecanlı olanıdır   diğerlerinin içinde O… Kahve çiçekleri de konuşur mu?  Diye soran  okurlara “müzik icra eden ağustos böceğini “hatırlatalım hemen ve de birazdan olacaklara da itiraz etmeyeceklerse devam edelim…

Mutluluğunu haykıran birinci çiçeği gülümseyerek tasdik eder diğer çiçekler...

-Söylesenize hayalinizdeki  fincan hangisidir sizin? diye sorar yine birinci çiçek. Bahsettiği “fincan” çözünüp son bulacakları  akıbetleri  anlamına gelmektedir.Ve her kahve çiçeği, bu zirve akıbetin  hayaliyle gün yüzüne çıkar esasen.Kahve çiçeğinin hayali, tüm sertliğini terk edip bir miktar suyun içinde eriyerek, bulunduğu ortama o büyülü taze kahve http://www.e-gurme.com/kahve/taze-harman-kahveler/kokusunu verdiği birkaç dakikadır aslında. Tüm o sıkıntılı  sürecin ve uzak diyarlardan avuçlarımıza kadar gelip içimizi  ısıtan  kahve hikayesinin temelinde işte bu hayal yatar hep… 

-Ben bir müzisyenin kahve fincanında son bulmak istiyorum. Der içlerinden biri. Brahms çalmalı beni içerken.Pencere kenarına yerleştirilmiş ahşap masasında oturmuş ruhunu dinlendirirken  Brahms’tan  Hungarian Dance ‘ ı dinliyor olmalı ve fincanından yükselen büyülü kokumla müziğinin tüm notalarına  nüfuz etmeliyim ben de … diye devam eder sonra.

-Ben bir işçi ailesinin hafta sonu keyfi için hazırladıkları kahve fincanlarında son bulmak istiyorum.diye söze başlar  diğeri. Tüm yorgunluklarını unutup birbirleriyle kaynaştıkları dakikalara eşlik etmeli , sıcaklığımla onların muhabbetine sıcaklık katmalıyım diyerek gülümser.

-Ben bir yazarın fincanında son bulmak istiyorum. O’nun yazdıklarına ilham vermiş olmak ve yazdığı  hikayelerinin içinde mutlaka yer almak istiyorum diye anlatır bir diğeri.
Peki sen nasıl bir fincanı hayal ediyorsun ? diye sorarlar birinci kahveye .

-Ben bir yalnızın fincanında erimek istiyorum diye haykırır coşkuyla birinci kahve. O’nun tek arkadaşı tek dayanağı ben olmalıyım ve gözünü uzak ufuklara daldırdığı hüzünlü gece saatlerinde ruhuna ayıklık veren tek şey, benim eridiğim fincandan yükselen dumanım olmalı  diye devam eder  heyecanla.

Kahve çiçekleri muhabbetlerine keyifle devam ededursun  ,birden beyaz tülleri andıran yapraklarının uçuşmaya başladığını fark ederler.

-Ne oluyor , yapraklarımız gidiyor ! diye bağırır birinci kahve çiçeği. Diğerleri “daha haberi yok herhalde” diyerek gülüşürler kendi aralarında.

-Değişeceğiz…  der  bir yazarın fincanında son bulmak isteyen kahve çiçeği.  Kahve meyvesi formuna geçiyoruz. Kimileri kahve kirazı da der.Kirazlar gibi kırmızı taneler halini alacağız zira… diye açıklar sonra.

-Ama ben böyle çok mutluydum... diye söylenir  birinci kahve çiçeği.Değişmek istemiyorum ki !

-Bu mümkün değil. Diye söze girer bir diğeri. Hepimizin hayal ettiği fincanlara ulaşıp mutlu bir şekilde son bulmamız için bazı değişimlerden geçmemiz gerekir. Şu halimizle hiçbir şeye yaramayız çünkü. Yaratılış amacımızın yerini  bulabilmesi  için üzerimizde değişimler olması şart. Buna kısaca “tekamül” diyoruz. İnsanlar da dahil olmak üzere kainattaki herkes  ve  her şey sürekli değişim içindedir . Bazen isteyerek bazen istem dışı  değişik koşullara maruz kalırız ve bunun sonucunda ilk halimize oranla daha da olgunlaşıp kıvama geliriz. Kısaca etrafta gördüğün her şey bir tekamül  içindedir.

Keyifsizce sustu birinci kahve çiçeği … Bir süre sessizlikten sonra “canım acıyor” diye inledi yeniden.

-Biraz acı çekeceğiz , çekmemiz gerekiyor . dedi diğer  kahve çiçeği.

Birkaç günlük zamandan  sonra tüm çiçekler kahve kirazı haline gelmişlerdi. Zorlu bir süreç olmuştu. Değişen vücutlarında  gerilmeler şişmeler ve renk değişimleri meydana gelmişti ve hepsi de bu olurken fazlasıyla örselenmişlerdi. İçlerinde en çok hayıflanıp şikayetçi olan  hep birinci çiçek olmuştu ve diğerlerinin destekleri olmasa belki de çoktan pes edecekti…

-Sanırım her şey yoluna girdi , artık bu kırmızı koca göbeklere alışmamız gerekecek , oysa beyaz tüllerimizle ne güzeldik bir zamanlar..diye söylendi birinci kahvecik.

-Sen yine bu hale de pek alışma… diye kıkırdadı diğerleri…
Bunu duymak pek hoşuna gitmedi birinci kahveciğin .

-Daha ne olabilir ki , zaten yeterince yıprandık , birileri kahve içecek diye bu kadar eziyet çekmek bana göre değil hayır ! diye ekşitti suratını.

Birkaç gün geçmeden çürümeler başladı    kırmızı gövdelerde. Yine ilk söylenen bizim birinci kahvecik oldu.
-İnanamıyorum , şu geldiğimiz noktaya gerçekten inanamıyorum. Tam bu hale de alışmak üzereydim ki şimdi yine kabuklarımız dökülüyor. diye ağlamaya başladı.

Diğerleri söze girmek üzereyken bir el onları koparıp  hasır sepetlere koydu. Birinci kahvecik hakkıyla bağırıp içini dökemeden arkadaşlarının daldan koparılıp götürülmesine isyan etmeye hazırlanırken aynı el onu da boynundan tuttuğu gibi kopardı ve “ahhh !” diye canhıraş çığlığına aldırmadan onlarla aynı sepete atıverdi. Neyse ki sepette yine arkadaşlarıyla buluşmuştu üzgün kahvecik …
-Nedir bu başımıza gelenler ?! Birilerinin bize çok büyük bir düşmanlığı olmalı ! diye inledi acıyla…

Diğerleri artık birinci kahveciği tesellide yorulmuş onu kendi haline bırakmışlardı. Üzgün kahve de onların tesellilerine aldırmıyor  kendi kendine söylenip feryat ediyordu sürekli. Kendini ilk beyaz tüllerle bezeli haliyle hayal ediyor ve şimdiki haliyle kıyaslayıp acı çekmesine engel olamıyordu bir türlü.
Izdırap içinde çürüyen yanlarına bakarken ilerde kabuklarından soyulup siyah tanecikler haline getirilen arkadaşlarını gördü. Kabak gibi simsiyah bir hale geliyordu hepsi ve çok çirkin görünmüşlerdi gözüne.” Bu  da mı tekamülün bir parçası ?” diye söylendi hışımla. “Kimse beni bu hale getiremez ,artık kaderime kendim hükmetmeliyim ve ne yapıp edip kurtulmalıyım bu halden .” diye düşündü sonra.

Sepetten iş bandına boşaltılmak üzereyken atlayıverdi bandın dışındaki boşluğa , atlayıverdi özgürlük sandığı ayaklar altına  , atlayıverdi makus talihinin(!) peşini bırakacağını  sandığı bir yerlere…

Ve kırmızıyla bordo arasında kalmış çürükleri , tekamülü yarım kalmış bedeni , üstüne üstlük tarifsiz acılarıyla yapa yalnız kalmıştı şimdi kahvecik… Hala ilk halini sayıklıyordu , hala beyaz gelinlere benzeyen ilk halini… Kaçınılmaz olan” değişim” gerçeğine karşı mukavemeti  ısrarla ve inatla hiç değişmemişti kahveciğin…Belli bir zaman yerde öylece kaldıktan sonra birileri gelip onu süpürdü ve içine attıkları bir faraşla çöplüğe bıraktı. Yemek artıkları ve diğer çöplerin arasında hayal ettiği büyülü kokusunu etrafa sunmak sadece bir “hayal” olarak kalmıştı kahvecik için.

Kabukları soyulup kızgın fırınlarda kavrulan diğer kahve çekirdekleri ise  başarıyla tekamüllerini tamamlamış olmanın huzurunu yaşadılar.

Ve bir zaman sonra ordan çok çok uzak diyarlardan birinde , bir işçi ailesinin evinde neşe içinde keyif kahveleri  içiliyordu bir hafta sonu.Gecenin sessizliğine kavuşunca pencere kenarındaki masaya oturan yazma sevdalısı kızları keyifle bir şeyler yazmaya başladı önündeki kağıda. İlham aldığı kahvesine dair şeylerdi yazdıkları. Kahvesi, hep hayal ettiği o zirveye büyü katarken  ve O yazarken… son derece mutluydular.
Fonda Brahms’tan  “Hungarian Dance”  çalıyordu…





 Not : Görseller gerçek kahve çiçeği ve kahve meyvesine ait fotoğraflardır. 

6 yorum:

  1. ablamm benim böyle bi sitenin olması beni çok mutlu etti gerekliydi sana ... tebrik tebrik tebriklerim seni :) hayırlı olsun

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler canımcımm , kimin ablası olduğumu da bilsem iyiydi gerçi :) Tekrardan sağol ;))

      Sil
  2. Çok güzel ama ben neden kaçırmışım bu öyküleri :( Artık her kahve içtiğimde blogunuza uğrarım yeni öykü var mı diye ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mutlaka uğramalısın kiii ? Yoksa bugüne kadar uğramıyor muydun kii aaa ne ayıpp ! :)))

      Sil
  3. Bence de çok ayıp etmişim ;) Ama öyle yoğun bir zaman geçiriyorum ki şu sıralar bilseniz beni affederdiniz kii. Kurslarım, sergim, okulum derken bu yıl gerçekten abarttım :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tamam affettimm efem affettimm... önümüzdeki maçlara bakıcaz artık diyelim o halde :)))

      Sil

Sen de yaz bişeyler...