26 Nisan 2012 Perşembe

Son nefeste iman...


Bize sürekli söylenen çok klişe bir şey var :

"Nasıl yaşarsanız,öyle ölürsünüz,nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz,nasıl dirilirseniz öyle haşredilirsiniz (hesaba çekilirsiniz)."
Klişe evet ama bu bir hadis aynı zamanda. O halde sıkıcı bir klişe diyemeyiz,sadece neden sıkça dillendirildiğini tefekkür edebiliriz.
Çok sık geçiyor okudğumuz kitaplarda , katıldığımız söyleşilerde...
Bu yargıyı halk arasında "su testisi su yolunda kırılır" cümlesiyle de ifade ederler bazen.

Ben, son nefesimi çok düşünüyorum;

bazen sabah uyandığımda,son nefesi bir sabah vakti verecek olabilir miyim acaba diye ,
bazen güzel bir hediye aldığımda , bir giyecek mesela, acaba son nefesi verirken üzerimde bu olabilir mi diye ,
bazen de birine çok ama çok kırıldığımda ,acaba son nefeste bu kırgınlığım aklıma gelecek mi diye...
Yani sık sık,son nefesi verdiğim anı hayal ediyorum.
Sağlıksız eylem gibi gelebilir ama bunu yaptıkça o "an" ile daha da barışıyorum alışıyorum belki de.
Önemli ama son nefesi verdiğimiz an biliyorsunuz.En güzel hislerle heyecanlı bir buluşma arefesi gibi yaşamayı/yudumlamayı hayal ettiğim o kutsal vuslat...En tatlı haliyle vuku bulsun hepimiz için inşaallah...

Ve kitaptan bazı notlar ;

Sevgili Peygamberimiz buyurmuş ki : "Lezzetleri acılaştıran ve yıkan ölümü çokça hatırlayın."

"Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır;sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile." (Nisa 4/78)

Resulullah'a ölümden ve onun şiddetinden sorulduğunda şöyle cevap vermiştir :" Ölümün en hafifi yünün içinde bulunan pıtrağa benzer;hiç pıtrak yünsüz çıkar mı ? Elbetteki onunla beraber yün de gelir."

Peygamber efendimiz :" Şüphesiz ölü,arkasından ailesinin ağlaması yüzünden azap görür."buyurmuşlardır.

Peygamber efendimiz ." Ölülerinizin kefenlerini güzel yapınız.Çünkü onlar aralarında birbirlerini ziyaret ederler ve kefenlerinin güzelliğiyle birbirlerine karşı iftihar ederler." buyurmuşlardır.

Peygamber efendimiz bir gün şöyle dedi : "Kim bir cenazede , cenaze namazı kılınıncaya kadar kalırsa bir kırat,gömülünceye kadar kalırsa iki kırat sevap alır." Sahabelerden biri iki kırat ne kadardır ? diye sorunca Peygamber efendimiz "İki büyük dağ kadardır." diye buyurdu.

Yine peygamber efendimiz buyurmuştur ki ; "Şehid, ailesinden yetmiş kişiye şefaat edecektir."

Ve daha uzar gider , birbirinden ilginç notlar...
Tedarik edip okuyunuz efendim.

Rabbim, dudaklarımızın arasından huzurla süzülüp çıkan bir son nefes nasip etsin hepimize.
Amin...

Ve sevgiler :)

21 Nisan 2012 Cumartesi

Tek şarkı ...

Tek bir video için post yapma hakkımı kullanmak istiyorum !

Zira daha önce kullanmadım hiç : ) Son günlerde sürekli ardı ardına dinlediğim şarkıdan bahsediyorum :) Daha etkili olması için kulaklıklarımı takarak dinliyorum, ruhumun derinliklerine ulaşsın diye. Hem de kulaklara zararını bildiğim halde :)) Ama muhteşem bir şarkı olduğunda hem fikir olacağız siz de dinleyince :) Eğer olmazsak da siz yine de beni bozmayın olur mu :p:)))

Her ne olursa olsun bu videonun bana hissettirdiklerini yazmalıyım mutlaka :)

Hislerden ziyade birbirinden uçuk aktivite başlıklarının beynime hücumundan ibaret bir moda giriyorum her dinleyişte. Neler mi onlar ?

Hemen altta yazılı olan şeyler. Ama siz onları okumadan önce şu videoyu açıp öylece başlayın okumaya. Ve en son klibi izleyerek dinlemek üzere tekrar açın videoyu. Evet olaylar böyle gelişsin :)



Şimdii yapmak istediklerim şunlar kii :

Manavgat çayının en deli zamanında bir gurup maceraperest ile birlikte rafting yapmak ,

Norveç ‘in en kuzeydeki burnuna gidip güneşin sadece birkaç dakikalığına batıp yeniden doğduğuna şahit olmak,

Parlement gece sineması jingle ındaki laciverte bürünmüş taş sokaklarında kafelerin birinden çıkıp kaldığım otele doğru yürümek…

Tayland mutfağında pişirilip servis edilen çekirgelerin hazırlanışını izlemek…

Fas taki beyaz evlerin arasında gezip dolaşırken bol bol fotoğraf çekiyor olmak…

Ve Urfa’nın serin ve muhteşem egzotik olduğu söylenen restaurant olarak düzenlenmiş mağralarından birinde o meşhur kebaplarından yemek,

Venedik’de kanolarla evler arasında yüzüyor olmak,

Kapadokya’da balon içindeyken gökyüzünden şehre kuşbakışı yapmak…

Ortamala 12 bölümlük bir dönem dizisinin senaryosunu yazmak.

Huzur evlerinden birinde nefsim terbiye olana kadar gönüllü olmak üzere çalışmak çalışmak...

Vuhuuu… !! Tek bir şarkı ... İnsana bunları hissettirebilir mi ?:)

Ve sözlerinden bir bölüm :

"Büyük ve kuvvetli bir güneş var,

Büyük sert dünyada , büyük insanlara vuran..."

Hadi şimdi tekrar dinleyin şarkıyı...

Sevgiler dostlar ;)

18 Nisan 2012 Çarşamba

The Artist

Neler izledim neler :)
Sadece kendim için değil tabi , biraz da sizler için...
Bu da aylaklığa güzel kılıf be; elinde cipsin otur filmleri sırala ardı ardına sonra da sizler için blogcanlarım diye temize çek vicdanı :))
Neyse şimdi de gevezelikle tüketmeyeyim kıymetli vakitlerimi de bülbül moduna geçeyim bu güzel filmler için :)

2011 Fransız yapımı bir film ve de resmen Charlıe Chaplın filmleri gibi sadece müzik eşliğinde akıp gidiyor. Sıfır diyalog sizin anlayacağınız.Ama hikaye güzel :)
Ya şeyi izlediniz mi Türkan Şoray'ın "Kara Gözlüm" diye bir filmi vardı sanırım.Hani balıkçı kızı Azize'yi canlandırır orda. Hikaye ordakine çok benzer aslında.Bu Fransızlar bizden araklamışlar hikayeyi ve de ödül almışlar üstüne üstlük,olay budur.
Erkek oyuncusu Jean Dujardin en iyi erkek oyuncu ödülü almış bu filmle. Lakin bence hak etmiş sonuna kadar , mükemmel oyunculuktu. Ha bi' de gülmek hiç bir erkeğe o kadar yakışmaz ki :) Geri alıyorum ; gülmek herkese çok yakışır ;))

2006 yapımı Avustralya yapımı bir film bu da. Esas kızın Nicole Kıdman benzerliği çok bariz. Bu filmi izlemeye başadığımda aman Allahım ben nasıl bir film izliyorum böyle dedim.Sansürsüz izlemesi zor açıkçası.Bol bol atlatarak ilerledim bazı sahneleri.
Eğlence ve sefa düşkünü iki pırlanta gencin çökeren yaşantısına şahit olacaksınız bu filmle.Hazzı yaşam gayesi edinmiş günümüz gençlerinin mutlaka izlemesi gerek bu filmi. Hatta o sahnelere rağmen diyorum , varın gerisini siz düşünün :) Diyorum ki filmin mesajı çok sağlam :) Zira 7.2 bir Avustralya yapım için hiç fena imdb değil bence ;)
Bir sahnede genç çift kafede otururken birbirlerine şöyle deyip gülüyorlar hiç unutamıyorum :
"Hey..Burdaki en güzel insanlar ikimiziz ! "
Çok hoş bir filmdi.2011 tarihli ABD yapımı filmde 27 yaşında kansere yakalanmış bir genç olan Adam'ın verdiği savaş anlatılmış . Annem dolayısıyla izlemek benim açımdan zor oldu aslında ama sonunda değdiğini gördüm. Gerçek bir yaşam öyküsü bu arada hemen belirteyim. Hasta yakınlarının üst üste yaptığı gaflara rağmen verdiği savaşı kazanan Adam'ın hikayesi sizi de etkileyecek biliyorum dostlar.Filmle ilgili aldığım nota bakıyorum ve şunu görüyorum : "Zahmet ile rahmet arasında ince bir perde vardır,Mevla bir gün aniden onu kaldırabilir." Bana o an bu sözü anımsatmış demek :)
2003 ABD yapımı bir film. Bu filmi niye sevmedim ben ?
Yani bu filmde sevebileceğim her şey mevcut oysa ki : fantastik hikayeler, abzürt detaylar v.s. Sanıyorum havasına kapılamadım ama yeniden izlediğimde seveceğime de bir o kadar eminim :)
Filmde bir çocuğun gözünde babasının kendiyle ilgili anlattığı uçuk hikayelerden fantastik senaryolar oluşturması anlatılmış. Sorun şu ki çocuk bu hikayeler yüzünden gerçek babasını tanıyamadığı için sürekli biraz üzgün. Ta ki filmin sonundaki sürprize kadar :)Filmdeki Edward Bloom (yani baba) kendimle ilgili şunu keşfetmemi sağladı ki , en az kendim kadar mutlu ve heyecanlı insanlarla birlikte olmak istiyorum ,Edward Bloom gibi, gerçekçi olmayı negatiflikle karıştıran insanlarla değil...

Evet sizler için soğuk demedim kar demedim kış demedim izledim dostlarım :P
Tamam tamam kesiyorum :))

The unforgiven nasıl olur şimdi ? Benim için on numara ama ağır kaçar bu diyenleriniz varsa dinlemeyiniz please :)

Sevgiler herkese !

15 Nisan 2012 Pazar

Sefiller


Okuyanlarınız var mı ?
Çok güzeldi gerçekten ve her satırını ilgiyle okudum dediğim ender eserler sınıfına girdi kendisi.
İçindeki tüm karakterlerin kendi hayatımda bir kişiye karşılık gelmesini sağlayan hayal dünyama da kitap boyunca bana eşlik ettiği için teşekkürler tabi :)
Jan Valjan(çok sevdiğim bir büyüğüm) , Kozet ( tabi ki O ben :) ),Maryüs (O kim?) ve de daha bir sürü karakter, etrafımda fazlasıyla varlığına şahit olduğum tiplerdi...
Kitap özetine kısaca değinmek gerekirse ; Jan Valjan isimli bir mahkumun karakter olarak çok kötü bir bünyeden kelebek kozası örneğindeki gibi iyi bir insana dönüşmesinin ibretlik hikayesi diyebiliriz.Aslında bu dönüşüm sonrası yaptığı iyilikler silsilesi işlenmiş desek daha makbul olur.
Vıctor Hugo'nun kafasındaki söz konusu bu iyilik anlayışının günümüzde "enayilik" olarak algılnışını acı şekilde kıyasladım durdum ben eserin sonuna kadar.
Ama siz yapmayın, doğru olan iyilik ölçüsünün kitaptaki ölçülerde olduğu gerçeğini bilinçaltınıza kazıyın , yerleştirin,monte edin ..yapın bir şeyler... Ben de onu yaptım zira en sonunda.
Velhasıl bu mükemmel eseri okumayan varsa hala vakit kaybetmeden okusun dostlar :)

Bu kitabı bitirmem çok gecikmiş gibi gözükebilir ama araya başka kitaplar girdi ve de yan taraftaki okuyorum köşesiyle oynamak istemedim çok fazla. Ancak bundan sonra ki okuduklarımı sizlerle de paylaşıcam yan tarafta yeniden.Kitap , sinema ağırlığımın tonajını arttırmak istiyorum önümüzdeki günlerde zira.

Ve daha önce kulaklarınıza ikram etmiş miydim bilmiyorum ama bunu dinlemeyi çok seviyorum :)

Hiç kimse yozlaştıran bir sefalet yaşamasın diliyorum ve hepinizi de seviyorum.

İyi dilekler , selamlar ,kelamlar bu güzel pazardan dostlar ;)

11 Nisan 2012 Çarşamba

Fotolarla...

Merhaba dostlar :)

Ben bloğa resimlerle fotoroman havası katmaya çok alıştım galiba :) Yine o ayarda bir post bekler sizi zira. Ne zaman ciddi bir şeyler döktürücem şöyle edebi tarafından ? Ya da yapmalı mıyım bunu illa ? Açıkçası şu aralar , aslında uzun bir aradır, blog olayına günlük niyetiyle bakıyorum. Kimseye mesaj verme kaygım yok , yayımcılıkta kaliteye gel :P:)) Ama öyle :)
Şu Ege nin bir ücrasında varlığını sürdüren kahveye dair notlar var bu blogta. Belki ilerde yazar karalarım bir şeyler. Hem sizi de kendim kadar akla fikre tok buluyorum sıkmak istemiyorum belki de , sebep bu da olabilir.
Bu arada hemen belirteyim yoğun koşuşturma nedeniyle çok sıklıkla siz blogcanların bloglarını ziyaret edemiyorum. Bu yüzden bazı postlarınızı kaçırdığım oluyor. Mesela 4-5 gündür anca bloğa bakabiliyorum ve de birazdan sizlerdeki atraksiyonlara bakıcam,yorum yapıcam keyifle.
Demem o ki ; vefasız saymayınız kahveciği vee kısa kısa fotolarla anlatıma devam şimdilik ;)

Hadi bu kez dinlenesi şeyi en başta açın da çalsın bir diğer yanda :) Şimdi devam edelim :)
Şu sarı bebedir bu aralar ruh halim; Herkesin elindeki görünmez kocaman merceğin altında mı , ilgi alaka merkezinde mi, bir acayip yerdeyim ki çok yaman :)) Ne şaşırıyorum ki , hep aynı Bilge profili...Ama sanki sıkıldım , insanlardan değil , başka bir şeyden ... Sanki gideceğim...Neyse , geçiyoruz bu fotoyu :)

Bu her hafta derneğe giderken yolumun üzerinde uyur vaziyette bulduğum köpekcik.Ne kadar çirkin değil mi ? Size çirkin gelebilir ama seviyorum onu ben. Biraz daha aktif olması konusunda uzlaşamıyoruz gerçi ama selamlaşmadan asla asla geçmem. Beni gördüğünde kanlı ve ufak gözlerini açıp şöyle bir bakar her seferinde. Sonra yavaşça başını yere bırakır uyumaya devam eder.Bir gece öncesi kör kütük içmiş de sızmış kalmış sanırsınız mübarek.O biçim bir kendinden geçmişlik :)Aramızda şöyle bir diyalog geçti bir keresinde :
Ben : Ne yapıyosun canım ya ?
Köpekcik: Bilge bilmiyosun sanki ne yaptığımı. Her gün burda kös kös yatıyorum görmüyor musun ? Az önce tüsiad toplantısından çıktım da şimdi geldim burda demleniyorum diyecek değilim ya. peh.
Ben : Bak ben söylemedim kendin söylüyorsun , işe yaramaz bir hayvan oldun çıktın. Bu miskinlik nereye kadar ? Bir rolün olsun şu hayatta be canım ?
Köpekcik: Bilge...(gözleri dolar) dua et de öyle olsun.Hadi ben bir garip kuçuyum da senin benden beter hemcinslerin var ya onlara çemkirmek lazım asıl demi ama ?
Ben: O da doğru evet ,neyse gidiyorum ben canımcım iyi bak bünyeye ;)
Köpekcik : Baş baş canımın içi, yağmur gelecek diyolar sen ince giyinmişsin bea , neyse hadi...

Ya işte onunla durumlarımız böyle :)

Ve bu da vakfımızda yapılıp pişirilen bir makarna hamuru. Tamamen yardımlaşma esaslı yapılan bu işte , belki de ilahi rızanın tezahürüdür ki hamurlardan bir kaçında bu şekilde lafzatullah imzasına rastlanmış. Bunun gibi şeylere sıkça rastlanıyor açıkçası.Sizinle paylaşmak istedim.
Sen varsın orda dedirten satır aralarından biri sadece...

Görüşmek üzere dostlar ;)

Not: Girişte iyi ki mesaj kaygım yok dedim :) Hemen arkasından köpekcik diyaloğunda çok pis mesaj patlattım.Yaa klavyemden kazara çıktı :P:))

6 Nisan 2012 Cuma

Tam bir sene oldu...


Bugün seni kaybedeli tam bir sene oluyor annecim...

Galiba güçlü bir duruş sergiledim sen gidince;

Maceralara atılmadım, sakinleşmek istedim,

görüşmemi istediklerinle görüştüm bol bol,

görüşmeme gönlün razı olmadıklarına kendimin bile farkedemediği bir set çektim sanki,

yolda karşılaştığım insanlara güler yüz gösterdim ve misafiri güler yüzle karşıladım,

israftan uzak durmaya çalıştım elimden geldiğince aynı istediğin gibi,

kendime olabildiğince iyi bakmaya çalıştım senin baktığın kadar olmasa da,

kardeşlerimi sık sık telefonla aramaya çalıştım,

patatesleri aynı senin stilinde doğradım,planlı değildi sadece içgüdüsel...

anne-evlat kucaklaşmalarına şahit olunca ağlamadan o anı atlattım , dedim ya güçlüydüm annecim...

hayatıma müdahil olduğun noktalar sonradan canımı acıttıkça içimdeki sese çeneni kapa dedim ve seni daha hayırla yad etmeye çalıştım.

İşte bir sene böyle geçti,

daha kaç sene var görüşmemize ? bilmiyorum...Abim bunu merak etmemem gerektiğini söylüyor.

Seni çok özledim...

Sanırım sen aklıma geldiğinde içimin yanması kavrulması ve de ardından gelen o buruk sineye çekiş cennetteki vuslata kadar hiç bitmeyecek...Bağlantı
Sever misin bilmem ama dinle annecim :)

Senin o güzel ruhuna binler, on binler, milyonlarca fatiha !

2 Nisan 2012 Pazartesi

Hey kızlar !!

Koşun koşun size bir püf noktası vericem ! Ama öyle böyle değil :))

Diyelim ki buzdolabının o soğuk atmosferinde ağzı açık kalmış bir miktar sütünüz makus talihiyle başbaşa kalıp tarafınızdan unutulmuş gitmiş !
Gün olup devran dönüp hatırlıyorsunuz, alıp bakıyorsunuz hafif bayatlamaya meyil vermiş ama bozulma yok .
Ee ne yapıyoruz ? Döküyor muyuz ?
Olmaazz olabilemez ! "Müslüman israf etmez" düsturuna tam sadakatle bağlıyız ki kopmaz iplerle ! Off mükemmel olmak ne zor :P

Talihsiz gibi görünen sütü alıp ufak bir kasede ateş üzerine koyuyoruz.Isındıkça su ve beyaz peynir kısmının tamamen ayrıldığını müşahede edip " vuuu..aaaa..hmmm..." gibi sesler çıkartıyoruz :))Bir kaç dakika içinde bu iki kısım tamamen ayrıştığında ve beyaz kısımlar su üzerinde tabaka halinde biriktiğinde ocağı kapatıyoruz. Tam bu noktada şöyle mırıldanıyoruz : "Görüyo musun sabırla bekleyince neler oluyor yarabbim ..."

Ocaktan aldığımız bu peynirimsi şeyi süzgeç üzerine koyduğumuz temiz bir bezin üzerine döküyoruz. Su tamamen akıp gidiyor haliyle. Üzerinde kalan beyaz kısmı bir süre soğumaya bırakıyoruz. Daha sonra elimize alıp hafifçe suyunu sıkıyor ve de hüpletilmek üzere servis tabağına alıyoruz.
Açıklamalar teknik değil ve de nicel ölçüler içermiyor farkındayım. Lakin burası yemek bloğu değil herkes bunu biliyor değil mi ? :)) Yine de mutfakta nirvana halinde olduğumu ifşa etmiş oldum bu postla o ayrı tabi :P:))
Şu son servis fotosu da olayın özeti resmen :)
Ah bebeklerimmm ayılıp bayıldınız ama abartmayınn bu gördüğünüz daha hiç bi şey emin olun kii !!Bağlantı
Bu posta bu şarkı gider bence evet :) Dağları delmiş kadar oldum sahiden de :)))

Denizler deryalar bende canlarım , vakit oldukça paylaşırım sizlerle sakin olunuz bakalım :)

Hey sen ! keyifle şu postun sonuna kadar okuyan canımcım ! Şanslısın bak neler de öğrendin ;))

Not : Güzel mamalar yapan blogcanlarım imdadıma yetişin de bu konudaki püf noktaları detaylı olarak yorumlarda belirtin. Birileri çenemi kapatmalı hani ! :))