31 Ekim 2008 Cuma

Sen yenisin herhalde :))


Blogger arkadaşlarımın sitelerini dolaşıyorum işten güçten vakit bulduğum zamanlarda,o kadar doğal anlatımlar var ki gıpta etmemek mümkün değil.Bloglar alemini bir okul müsameresine benzetirsek, sahneye çıkıp avaz avaz şiirini okuyan öğrencilere benzetiyorum bu arkadaşları (ki ben de çoğu okul bayramında bu çocukların arasındaydım:) )Kimseyi tınlamadan tüm enerjisiyle şiirini okuyup rahatlamış bir şekilde sahneden inerler.Blogger arkadaşlarımın da tüm samimiyetleriyle içlerini döküp rahatlamış olduklarını farketmek hiç zor değil.Bu tatmin hissi bağlıyor büyük ihtimal kayıt sayfalarına milleti.Bazı öğrenciler de okula yeni başlamış olmanın heyecanıyla tek kelimeyle tutukdurlar.Sorulara cevap vermezler,fikir beyan etmezler,gülmezler,ağlamazlar,kül tablosu gibi ööle dururlar.Açıkçası kendimi blog aleminde bu halde görüyorum yeni başladığım şu sıralar.Ne yazacağımı bilmiyorum,bişey yazmaya karar veriyorum ardından yok yok canım ne alaka deyip vazgeçiyorum...Takip eden arkadaşlarımın var olduğunu biliyorum,her ne kadar yorum yazılmasa da ,konuştuklarımın görüştüklerimin fikirlerini almak güzel sayfamla ilgili.Bu tutukluk ta zamanla geçer inş. :)
Bu arada yukarıdaki resim tamamen şu an olmak istediğim yer hayaliyle ilgili.Böyle bir ortama yayılıp ilgi alanlarının sanal dünyalarına yelken açmak ne güzel olurdu şu an...Öptüm herkesi şekerler...
Yazan: Tutuk öğrenci :)

30 Ekim 2008 Perşembe

Petra Hatun...


Bazı sesler bazı tınılar,insana müziğin evrenselliğini o kadar derinden hissettiriyor ki anlatılmaz...Bugünlerde Hollandalı bir vokalist olan Petra Berger in şarkılarını dinlerken hissettiğimde olduğu gibi.Söylerken neler hissediyorsa metafizik boyutunda bir kanal aracılığıyla ruhuma erişiyor sanki.Dil,din,ırk...Bütün farklılıklara galebe çalan ortak bir paydada buluşuyoruz,anlaşıyoruz Petrayla...

Dinlerken; bazen beyaz çiçeklerle kaplı bir kamelyada çayımı içerken bi yandan okuduğum güzel bi kitabın keyfine varırmışcasına,bazen de öfkenin,sitemin dayanılmaz tadıyla çetin bi kavganın tam ortasında gücümün sınırlarına tırmanırcasına haz aldığım sonsuz lezzetli bu sesi şiddetle tavsiye ederim. Bu güzel hatunla ilgili derleyebildiğim bilgiler altta ,eşsiz müziği ise en altta eklediğim imeem listesinde mevcut :




Petra Berger, 2001 yılında piyasaya çıkardığı ilk çalışması “Eternal Woman”ın ardından, 2003 yılında ikinci solo albümü “Mistress”i (Metres) müzikseverlerle buluşturmuştu. Petra Berger, 13 şarkıdan oluşan “Mistress” albümünde, “metres, hor görülen eş ve aldatan koca” üçgenini konu alırken, şarkılarda; Frida Kahlo, Camille Claudel, Sylvia Plath, Catharina de Medici, Maria Callas, Alma Mahler ve Hillary Clinton gibi aklını ve güzelliğini; güç, para, aşk ve tutku elde etmek için kullanan ünlü kadınları anlatıyor…


22. Uluslararası Ankara Müzik Festivali kapsamında uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek bir konser veren Petra Berger ve ekibi, Mistress albümünde, Debussy, Bach, Mahler gibi müzisyenlerin operalarından aryalar seçerek çok çeşitli duyguları işlediler. Her şarkıda yüz yıllardır değişmeyen kadın duygularını anlattılar. Petra Berger, hayatı boyunca kendisini etkileyen kadın hikayelerini seyircisi ile paylaşmak istedi. Her şarkı kendi hikayesini anlattı; acı, keder, aşk, acıma, kıskançlık ya da intikam… “Mistress” albümü ile Berger, tüm bu duyguları yaşayan kadınlara destek olmayı ve yaşadıklarını müziği ile unutturmayı dilemekte.
Not:Blogu kasması nedeniyle alttaki ekli imeem listesini kaldırmak durumunda kaldım.İsteyenler www.imeem.com dan Petra Berger i dinleyebilirler...

28 Ekim 2008 Salı

Yaşasınnnn !!


Blogların yeniden açılmasına o kadar sevindim ki ...Bütün sesler özgür olsun,bütün renkler dünya denen mozaiğimizi doldursun...Mavi,kırmızı,mor,pembe sürülüp sürüştürülsün çepeçevre.Yasaklar yasaklansın,yasakçılar hapsolsun,yasaklara sebep olanlar toz olsun zerre olsun ... Sorun yok olsun...

24 Ekim 2008 Cuma

Yeni zımbırtılar :)



Efendim ilk resimdeki gemi holüm için yaptığım bir nevi notluk , geminin önündeki dalgalı kısma fatura fiş vs. tarzı şeyleri koyabiliyorum.Bu amatörün çktiği resim hernedense sarı tonlarda çıktı ama aslında beyaz bir gemi bu :) Yapılışına gelince; yine karton kalıp üzerine kapladığım beyaz parlakımsı kumaş ve üzerine turkuaz kumaştan kestiğim simitlerden ibaret.Bu gemideki en beğendiğim detay ,artık çuval bezi ipliklerinden yaptığım halatlar oldu,gerçek gibi değil mi :) ,bacasındaki boncuk gibi görünenlerse aslında beyaz ojeyle boyanmış deniz kabukları,bu dört deniz kabuğunun ortasında minicik mavi nazar boncuğu mevcut (mükemmel fotoğrafçılığım bu nazar boncuğunu gölgede bırakıp kamufle etmiş malaesef, uğraşsan olmaz yani...)Bu böyle şekerler...
İkinci fotoğraftakini ise yine bir "pratik akıl hanım" blogger arkadaşımın sitesinde görüp özenerekten yaptım.Arkadaşım televizyon izlerken canı sıkılınca eline aldığı teli evirip çevirip bir melek şekline soktuğunu anlatmıştı,meleği de çok hoş olmuştu gerçekten.Ben de yine böyle bi akşamda elimdeki telle bişeyler yapmaya çalıştım,o kadar güzel olmadı ama insanoğlu işte kendi yaptığı en ufak bişeyi bile yüceltiyor gözünde.Artık hasır ipliklerini saç yaptım bebeğime ve giriş kapımızın göz kısmına astım.Ufak bişey ama her gördüğümde bakmak hoşuma gidiyor.Miligram da olsa pozitif enerji,zararı yok faydası var... Amann Bilge işin gücün yokmu bunlarla uğraşıyosun diyenlere duyrulur :))Sevgiler kuşlar...

23 Ekim 2008 Perşembe

Neden,niçin,ne sebep ola ??

Mailime gelen çok beğendiğim bir hikayeyi hemen paylaşmak istedim,okuyanlarınız vardır mutlaka ama bu huzur verici felsefeyi neden yeniden hatırlamayalım...



NİYE BEN? DIYEN HERKES İÇİN....
Brenda yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı.Bir güncesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katıldı. Tırmanacaklarıyere vardıklarında,neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık biryamaç çıktı karşılarına. Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi.Emniyet kemerini takti, ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmayabaşladı.Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslebilecegi bir oyuk buldu.. Oradaasılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kisi dalgınlığa düşerek ipigevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Branda nın gözüne çarparaklensinin düşmesine neden oldu.Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyseimkansızdı. Lens yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Brendaartık bulanık görüyordu. Ümitsizlik içinde Brenda, lensini bulmasıiçin Allah'a dua edebilirdi yalnızca. Ve içten içe düşünüp dua etmeyebaşladı.
"Allahım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlarüzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildigin gibi, benim lensiminyerini de biliyorsun. Onu bulmama yardım et."
Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. Aşağı indiklerinde, tırmanmaküzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler.İçlerinden biri'Aranızda lens kaybeden var mi?' diye bağırdı.Brenda'nın sonradan ögrendigine göre, lensi bir karınca taşıyordu vekarınca yürüdükçe yavasça kayanın üzerinde hareket edip parlayan lenskızların dikkatini çekmisti.
Eve döndüklerinde Brenda lensini nasıl bulduklarını babasına anlatacakve bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karıncaresmi çizerek, karıncanın üzerindeki baloncuğa bunları yazacaktı:
'Allahım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum.Bunu yiyemem veneredeyse taşıyamayacağım kadar agır. Ama istedigin sadece bunutaşımamsa, senin için taşıyacağım...
''BU YÜKÜ NİYE TAŞIYORUM' demeyin.....

22 Ekim 2008 Çarşamba

Siyah Süt ...


Hepimizin içinde değişik kadınlar vardır ; kimisi "şefkat ver"diye fısıldarken kimisi" yok et,süründür "diye haykırır :) Çoğu zaman bizimde anlam veremediğimiz bu farklı ruh hallerine birer ten giydirmiş yazar Elif Şafak bu kitabında .Pratik akıl hanım,candeviş hanım,şehvet hanım...Bu örneklerden bir kaçı sadece.Kitabı okumaya başladığınızda önce kendinizi kategorize etmeye başlıyorsunuz ,evet ben tam olarak bir pratik akıl hanımım,yada canderviş hanım beni anlatıyor gibilerden ,ama ilerleyen sayfalarda bu çabayı bir kenara bırakmanız gerektiğini görüyor ve her örnekten birer parçayı taşıdığınızı anlıyorsunuz.Geriye satırların zevkini çıkartmak kalıyor.Herşeye rağmen yine de kitabın finalinde içinizdeki kaosun çözüleceği ümidine kapılmayın çünkü kadınlara özgü bu mozaik ruh hali, sırrı ancak Yaratcımızda mevcut bir muamma bence:)
Israrla tavsiye ettiğim bu kitabı alıp okumanız ve benimle aynı zevki paylaşmanız dileğiyle ,keyifli dakikalar...


21 Ekim 2008 Salı

Sanal Topkapı Sarayı gezintim...



Topkapı sarayını günün birinde gidip görmek nasip olur mu bilmem ama 3d olarak gezmek nasip oldu geçenlerde.Gazetede gördüğüm bu sayfayı ziyaret ettiğimde Kız kulesi ,Sultanahmet Camii gibi birçok büyüleyici mekanı üç boyutlu olarak gezme imkanı olduğunu gördüm.Ayrıca yurdumuzun daha değişik şehirlerindeki birbirinden güzel gezilesi yerler de mevcut.O gün Topkapı Sarayı nı gezdim doya doya ve çok etkilendim,aşağıdaki satırların taşması kaçınılmaz oldu ...

Zaman geçmiş işveli gövdesiyle
Mermer sofalarından…
Solmuş değdiği köşe bucak ,elbisesiyle
Kalmamış ne uşak ,ne harem ,ne de ferman,
Duvarlarına hapsetmiş anıları zaman busesiyle.

Hani ipeğine azamet ve himmet işlenmiş kaftanlı sultan,
Yada neşe şıkırdatan gümüş halhallı cariyeler nerde?
Sinesinde altın yazılı lafzatullah tek canlı kalan
Baki olan hakimiyeti fısıldar, ruhuma varan sesiyle…

24,05,08

20 Ekim 2008 Pazartesi

Mustafa Dedem...


Hatıraların dokunsan dökülecek narin yapıları arasında dolaşırken, bir odanın kapısı açılıyor önümde.Çocukluğumda en sevdiğim mekanlardan birini anımsatıyor burası.Karacasu lu Kavak Mustafa dedenin evi.Pek tanıyanınız olmaz O’nu.Kendi köşesinde ağır bir taştı çünkü O.Vaktiniz varsa odadan içeri girebiliriz…

Beyaz keten üzerine renkli ipliklerle işlenmiş,bazen sarı bıyıkları olan bir kedi,bazen de pembe güllerle dolu bir sepet resmedilmiş mis kokulu yastıklar.Muntazam bir şekilde tahta sedirin arkasına döşenmişler.Sedirin üstünde mütevazi incecik bir minder.Konforun rehavetine kapılıp ,gaflete dalmaktan imtina edercesine, üzerine senelerce hep ince minder döşenmiş tahta sedir.Odanın bir kenarında duvarın tam ortasında bir taş ocak.Çocukluk gözüme devasa gibi görünen bu ocağın, yanan ateşin isiyle kapkara olmuş arka planı da hiç gözümün önünden gitmez. Ocağın kenarındaki kara ibrik bana hep, nahoş ve olumsuz düşüncelere gark olmuş insanların , sürekli olumsuz gelişmelere muhatap olduğunu düşündürürdü.Ateşin yanından hiç ayrılmaz ve ateşe bu rağbeti yüzünden kapkara olmuştur işte.Mutlaka O da bir zamanlar alımlı ,ışıl ışıl kalayıyla parlayan bir haldeymiştir oysaki…
Ona her bakışımda, Onun için biraz üzüntü birazda nefret olmuştur hissettiklerim.Tıpkı ruhlarını kara ibriğe benzettiğim insanlara baktığımda olduğu gibi…Ocağın iki kenarında yine iki ince minder ve yine beyaz keten üstüne kaneviçe işlemeli yastıklar.Bu kez çiçeklerle dolu bir bahçe konu edilmiş kaneviçelere.Hayal alemimde içine defalarca girip, çiçeklerini topladığım ,gezip dolaştığım o güzel bahçe…
Her bir yanında sadelik ve masumiyet havasını ,her detayında nizam ve intizam saklı ruhunu aksettiren bu oda Mustafa (Kavak) dedemin oturma odası.Mustafa dedem ve hanım hanımcık eşi Fatma hanımannem(saygıdan olsa gerek annem kendimi bildim bileli Fatma teyzeye bu şekilde hitap ettirmiştir.) çocukluğumda kapı komşularımızdı.
Taş ocaklarında çıtır çıtır yanan meşe odunu ateşinin eşliğinde ,adeta bir tören havasında anlattığı hikayeleriyle Mustafa dedem çocukluk kahramanım, bu oda da çocukluğumun en sevdiğim mekanlarından biriydi…Mustafa dedem, en çok isminin içinde “ince Mehmet”kelimesi geçen bir efenin hikayelerini anlatırdı.Adını tam olarak hatırlayamıyorum şu an ve inanın çok utanıyorum bu duruma.İnce Mehmet efe diyelim şimdilik.Mustafa dedemin ,İnce Mehmet efe’nin Osmanlı döneminin bir çeşit Robin Hood ‘u olduğunu ve çok kurnaz bir yapıya sahip olduğunu sık sık vurguladığını iyi hatırlıyorum yalnız.Belli ki İnce Mehmet efe de Mustafa dedemin kahramanıydı.Fatma hanımanne ocak ateşinde kahvelerimizi pişirirken( ki bana da mutlaka yarım fincan da olsa kahve ikram edilirdi;çocuklar için bunun önemli bir imtiyaz olduğunu bilmek beni mutlu ederdi :) Mustafa dedem, ben dahil hepimizin halini hatırını sorardı.Çok sık görüşülmesine rağmen hal hatır kısmını asla ihmal etmezdik ve ben halimin hatırımın sorulması için sıranın bana gelmesini sabırsızlıkla beklerdim.Sonra Mustafa dede bazen o günkü Karacasu ‘nun gündeminden esinlenerek bazen de aklına gelen bir konuyla ilişkilendirerek hikayesini anlatmaya başlardı.O anlatırken odada çıt çıkmazdı.Beyaz sakalları itinayla şekillenmiş haliyle yayılmıştı yüzüne ,üst dudağının tam ortasındaki ibik konuştukça alt dudağının tam ortasına çarpardı,kulakları oldukça iri ve aşağı doğru sarkmıştı. Babam bir keresinde kulakları büyük olan insanların çok bilgili olduklarını duyduğunu söylemişti.Belki yanlış bir bilgiydi bu ama Mustafa dedeme olan koşulsuz kayıtsız saygının çocukca gerekçesi bu da olabilirdi. Konuşurken bir bacağını her zaman diğerinin üzerine atar ve hikaye boyunca konumunu çok az değiştirirdi.
Fatma hanımanne boşalan fincanlarımızı ancak hikaye bitiminde toplardı.Her hikaye bitiminde ,odadaki herkes kendi çapında anafikir üzerine birkaç bir şey söylerdi.İnce Mehmet efe hakkında takdir edici bir şeyler söylemek ise kaçınılmazdı.En son Mustafa dedem bana bakıp”sen söyle bakam dedem,ne anladın?”diye sorardı.Herkesin susuverdiği bir andı o ve ben kulaklarıma kadar kızarırdım anlatırken.Konuşmayı seven yapımın işareti olabilir ,o anı da tuhaf bir sabırsızlıkla beklerdim her seferinde.O çetin sınavı atlatınca büyüklerimin kahkahayla karışık takdirlerini toplayacağımı bildiğimdendir beklide…
İyiki o dönemlerde tv lerde abur-cubur senaryolara teslim diziler yoktu,yoktu ki akşam vakitlerimizin çoğunu bu bilge insanlarla birlikte geçirirdik.İyiki annem ve babam bilgiye bilgeliğe önem veren ,saygı duyan insanlardı ki minik yaşlarımda içimde şekillenirken bir şeyler ,Mustafa dedemin ibretlik hikayelerinin bana katık olmasına vesile oldular.Karşımdakine hal hatır sormayı ihmal ettiğimde içimde bir rahatsızlık var oluyor çoğu zaman.Yaşça büyüğüm bir şeyler anlatırken ,ona ve anlattıklarına dikkat kesilmek vazgeçmediğim bir alışkanlık.
Ardı ardına geçen senelerle birlikte ,ödev yapma saatleri ,arkadaşlarla yapılan akşam telefon sohpetleri ve nihayet diziler v.b. programlar aldı akşam saatlerindeki vaktimi;Mustafa dedemlerde geçirdiğim zamanlar azaldı.Fatma hanımannem bir parça sitem ama yine de vakur dolu konuşma tarzıyla ince dokundurmalar yaptı ara sıra.Seyrekleşen ziyaretlerimi teessüfle ama genelde olgunlukla karşıladılar.İçinde bulunduğu ciddi atmosferin etkisiyle diz çöküp ellerini dizlerinin üstüne düzgünce yerleştiren ve sabırsızlıkla sözün kendisine gelmesini bekleyen miniğin büyümesini şaşkınlıkla izlediklerini söylediler beni her gördüklerinde.
Önce Mustafa dedemi kaybettik.Uzun bir süre hasta olarak yattı.Onu ziyaret etme cesaretini hiç bulamadım kendimde.O nun yatıyor aciz bir halde hafızama yerleşmesinden korktuğum için beklide…Hem memnunum buna hem de biraz buruğum.O’na ince Mehmet efe hikayeleri için ne kadar müteşekkir olduğumu bir parça daha büyümüş halimle söylemek isterdim kendisine.Bir kaç sene sonra Fatma hanımannemi kaybettik.Eşine olan saygısını hayranlıkla hatırlarım Fatma hanımannemin.Genç bir hanımken 7 çocuklu olan Mustafa dede ile evlendiğini duyunca hayranlığım ikiye katlanmıştı.Sözlerinde halinden şikayet anlamında imaya bile yer vermedi en derin dertleşmelerinde annemle.Vefa denen şey daha bir göze görünür ,elle tutulur muydu sanki çocukluğumda? Bilmem…
Hayatımıza hergün yeni bir şeyler giriyor: yeni bir ayakkabı,yeni bir mekan,yeni bir web sitesi belki…Ama bir şeyler de gidiyor,vefa bekleyenlerin sessiz sedasız oluyor gidişi çoğu zaman.Boşlukları can acıtmaya başlayınca anlıyorsunuz gittiklerini.Herşey için çok geç oluyor genelde,geri dönüş mümkün olmuyor.Vefanın hem bu kadar ortalıkta söylenir ,konuşulur oluşu hem de bu kadar göz ardı edilişi enterasan gerçekten.
Süzgeçten geçirin hayatınızı ,geçmişinizi bir yerlerde ihmal ettiğiniz ,unuttuğunuz Mustafa dedeler ,Fatma hanımanneler vardır mutlaka .Benim vardı ama artık yoklar…

12,09,07 – 00:30

18 Ekim 2008 Cumartesi

Nette yayınlanan el işlerim :)








Değerli bir arkadaşım sitesinde yayınlamıştı bu yaptıklarımı sonra ben de 10 marifete eklemiştim .Şimdi son kez bunlardan bir kaçını kolaj olarak sizlere sunuyorum .Yeni yaptığım cicilere sıra gelsin diye:) İçlerinden bazılarını merak edip "hmm..bu ne? " yada "bunu nasıl yaptın?" "tarifini verirmisin?"dedikleriniz olursa açıklayabilirim şekerler.İyi hafta sonları...

16 Ekim 2008 Perşembe

Merhaba...


Zaman, tüm hızıyla ruhlarımızın arasından uçarak geçerken ;
uzuvlarıma dokunuyor hatta sürtünüyor,deforme ediyor...
ruhumu savuruyor her saniye başka bir yöne yolunda seyrini zorlaştırıyor,
omuzlarımda akıl ve duygu terazisinin dengesi yine hoyrat zaman rüzgarına emanet ,
güneşim,yağmurumsa rüzgarın arasına sıkışmış gelgitler sadece...
Güzel paylaşımlarla buluşmak dileğiyle...